17 Kasım 2012 Cumartesi

Habertürk'te ve Radikal'de Yeni Büyükşehir Yasası ile ilgili değerlendirmeler



Habertürk'te Yeni Büyükşehir Yasası - YouTube


Radikal Gazetesi'nde çıkan değerlendirme yazısı:
Bir ay önce TBMM’ye bir yasa tasarısı geldi ve hiç vakit kaybedilmeden İçişleri Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. Yasa tasarısı, ‘Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ adını taşıyor. Tasarı, mevcut büyükşehir modeli, belediye modeli, il özel idaresi modeli ve köy yönetimini kökten bir değişikliğe tabi tutuyor.



http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1108110&CategoryID=99

Per aspera ad astra!

18 Ekim 2012 Perşembe

'Büyükşehir Belediye Kanun Tasarısı, Türkiye'de idari yapıyı değiştiriyor' Haberi



konuyla ilgili röportaj:

"BU TASARI AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTINA AYKIRI"
Kanun tasarısında ilçeler ve köylerdeki nüfusun da dahil edilerek büyükşehir yapıldığı bir model oluşturulduğunu vurgulayan Çukurçayır, dünyada bunun örneğinin bulunmadığını savunarak, yasa tasarısının Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartıyla çeliştiğini ifade etti. Avrupa Birliği, yerel yönetimlerin kamu yatırımı yapabileceği kapasitesinin artırılmasını öngörürken, kanun tasarısının bu mantıkla çeliştiğini şöyle anlattı: "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartı köy, belde ve ilçelerde kamu hizmeti sunma kapasitesinin güçlendirilmesini kastediyor. 'Kırsal yönetimi halka hizmet sunulabilecek hale getir' diyor. Burada siyasi bir gücü kastetmiyor, hizmet sunmadan bahsediyor. Ayrıca 'eğer herhangi bir beldenin, belediyenin, ilçenin tüzel kişiliği kaldırılacak ve başka bir yönetime dahil edilecek veya başka bir yönetim şekline dönüştürülecekse orada referandum yapılmalı' diyor. Hükümet ise, yeni büyükşehir kanunu ile merkezi yani büyükşehiri güçlendiriyor, köyleri, ilçeleri kapatıyor. İl merkezini güçlendirerek yerelin kimlikleri ortadan kaldırılıyor. Bu bakımdan Avrupa'nın yerel yönetimler özerklik şartına aykırı bir uygulama ortaya çıkıyor." diye konuştu.

Konuyla ilgili sayısız yazıdan birkaçı:

http://www.hurriyet.com.tr/ankara/21710417.asp

http://www.yenimeram.com.tr/m-akif-cukurcayir_2647~yeni-buyuksehir-belediyeleri-kanunu-haberleri-turkiyenin-kabusu

http://www.yayed.org/id261-gorusler/10-temmuz-2004-tarih-ve-5216-sayili-buyuksehir-belediye-kanununu-degistiren-buyuksehir-butunsehir-tasarisi-hakkinda-yayed-gorusu.php
http://www.birgulaymanguler.net/index.php?view=article&catid=115%3Ayazilaryorumlar3&id=975%3Ahuekuemetn-8-ekim-2012-guenlue-buetuenehr-yasa-tasarisi-uezerne&format=pdf&option=com_content&Itemid=170
http://www.bianet.org/bianet/kent/141531-buyuksehir-tasarisi-ve-kent-hakki
http://www.bianet.org/bianet/bianet/138569-buyuksehirler-yasasi-merkezi-guclendirir
http://www.bianet.org/bianet/bianet/138510-baskanlik-belediyelerden-basliyor
 BÜYÜKŞEHİR, BÜTÜNŞEHİR, EYALET, BÖLGE YÖNETİMİ… KAOSA DOĞRU? :
http://www.akifcukurcayir.blogspot.com/
http://www.tid.web.tr/default_b0.aspx?id=329

'Büyükşehir Belediye Kanun Tasarısı, Türkiye'de idari yapıyı değiştiriyor' Haberi

Büyükşehir yasa tasarısı idare sistemini tamamen değiştiriyor


8 Ekim 2012 Pazartesi günü TBMM’ye bir yasa tasarısı geldi. Gelir gelmez İçişleri Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı.
Böylesine önemli bir tasarı yaklaşık 20 gün içinde Genel Kurul’a da gelecek ve yasalaşacaktır. Bu tasarı nedir ve neler getiriyor? “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” adını taşıyan bu düzenleme, bütün mevcut yerel yönetim sistemini değiştirdiği gibi, “mülki idare” sistemini de oldukça zayıflatmakta ve altüst etmektedir. Tasarının amacı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nu değiştirmek ve 13 yeni büyükşehir belediyesi kurmak. Eğer gerçekleşirse büyükşehir belediyesi sayısı 29’a ulaşacak ve geride 52 il belediyesi aynı statüde yoluna devam edecektir.
Tasarı yasalaşırsa 29 il özel idaresi, 1591 belediye ve 16.082 köyün tüzel kişiliğine son veriliyor. İl özel idareleri tamamen kapatılıyor. Belde belediyeleri ilçe belediyelerine dâhil ediliyor ve köyler de mahalleye dönüştürülüyor. İl özel idarelerinin kaldırılması, vali ve kaymakamların yani mülki idarenin çok önemli bir güç kaybı ve etkisizleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bir sonraki adım da devleti ve nesnelliği temsil eden mülki idarenin tamamen kaldırılması ve idare sisteminin belediyeleştirilmesi olarak görünmektedir. Türkiye bu aşamada bu sorunları kaldırabilecek ve üstesinden gelebilecek midir?



16 Ekim 2012 Salı

Büyükşehir tasarısı sakıncalarla dolu!

Büyükşehir tasarısı sakıncalarla dolu!


Bin 591 belediye, 16 bin 82 köy ve 29 il özel idaresinin tüzel kişiliğine son verilmektedir. 29 il özel idaresi tamamen kapatılmaktadır. Belde belediyeleri ilçe belediyelerine katılmakta ve köyler mahalleye dönüştürülmektedir. Bu değişim bir ‘oldu bitti’ mantığı içinde gerçekleştirilmektedir. Neredeyse 20 gün içerisinde kanun tasarısı yasalaşacak gibi görünüyor. Eğer yerel seçimlerle ilgili tarih erkene çekilirse, mecburen bu tasarı da 20 gün içinde yasalaşmış olacaktır. Bu değişiklik Türkiye’de siyasetin, yönetimin ve toplumun üstüne büyük maliyetler yükleyecektir




Per aspera ad astra!

15 Eylül 2012 Cumartesi

BÜYÜKŞEHİR KANUN TASARISI MI, “EYALET KANUNU” TASARISI MI?



Türkiye’de ne mülki idare ne de yerel yönetim, hiçbir zaman gerçekçi hiçbir bilimsel revizyona tabi tutulmamıştır. İktidarların keyfi beklentileri, oy kaygıları ve adama göre düzenlemeleriyle sistem felç olmuştur. Cumhuriyet döneminde sistemin kurumsallaşması için yapılan yasal düzenlemeler uzun süre yenilenememiş ve yerel yönetim sistemi çürümeye yüz tutmuştur. 1983 sonrası yetki ve kaynak aktarımı ile yerel yönetimler yeniden canlandırılmış, ancak kapsamlı bir değişime konu edilememiştir.

2003 sonrası reformlarla eski sistem “cilalanmış” ve bir süre vaziyet iyi gitmiş ve iyi idare edilmiştir. Ancak, günümüzde sistem “yeni” bazı girişimlerle “kırmızı alarm” vermeye başlamıştır. Her “kırmızı alarm” konusunda olduğu gibi bu konuda da kamuoyu mışıl mışıl uyumaktadır.

Yeni bir büyükşehir kanunu çıkarılacak, malum. Bu kanun çıkarsa 29 vilayetimizde "büyükşehir belediye başkanları" bütün belediyelerde, ilçelerde, köylerde "tek yetkili" olacaklar ve ilin tamamını yönetme hakkı elde edecekler. Büyük ihtimalle il genel meclisleri de kalkacak ve "tek meclisli ve tek adamlı" yeni bir sisteme geçilecektir.
2011 yılında bütün Türkiye’yi neredeyse gezme imkanı oldu. Belediye başkanları, valiler, yardımcıları ve meclis üyeleri…

Hiç kimse, öngörülen “yeni” büyükşehir belediye kanununu istemiyor. Büyükşehir olacak vilayetler ve “büyükşehir” belediye başkanları hariç.

Kanun çıkarsa, bir anlamda büyükşehir belediye başkanları “EYALET VALİSİ” olacaklar. Yalnızca isimleri büyükşehir belediye başkanı olarak kalacak…

***

Çünkü, kanun anlamsız bir biçimde 5216’ya konan 750 bin nüfus kriterini tutturmak için, büyükşehir belediyelerinin yetki alanlarını il sınırlarına genişletmektedir. Ne deve ne de kuş misali, ne “kent yönetimi” ne “bölge/eyalet yönetimi” niteliği taşıyan bu düzenleme hem merkezi yönetimi, hem de yerel alanda kamu hizmetlerini bitirecektir.

Bu faciadır… Yönetsel, siyasal ve bilimsel açıdan hiçbir temeli yoktur. Hiçbir analize konu edilmemiştir. İstanbul ve Kocaeli örneklerinden yola çıkılmıştır. Oysa, İstanbul ve Kocaeli kendine özgü nitelikleri olan çok ilgisiz örneklerdir.

Dünyanın neresinde böyle bir örnek vardır? Kimse bu kanunun niçin çıkarılacağını bilmiyor. Herkesin söylediği tek şey var: “Sayın Başbakan talimat verdi, bu kanun çıkacak…”

Kamuoyunda tartışılmadan, nedir, ne oluyor, ne hedefleniyor… Pardon yerel demokrasi, ulusal demokrasi ve “katılımcı, müzakereci, diyalojik demokrasi” diye bir şeyler yok muydu?

Tek kriter: “Sayın Başbakan talimat verdi…” Türkiye cumhuriyeti anayasası, iktidarı ve muhalefetiyle bir demokrasi öngörmemiş midir? Anayasa muhalefet öngörmüş, çıkar grupları öngörmüş, sivil toplum öngörmüş… Bunların hiçbirinin bir şey söylemesine gerek yok mu? Tek ölçü: “Sayın Başbakan talimat verdi…” Bütün gazeteler böyle yazıyor, Sayın Başbakan, acaba böyle bir algıdan/görüntüden hoşnut mudur?

Halkın bir iktidarı beş yıllığına seçmesi, ona her türlü yetkiyi verdiği anlamına gelmez. “Referandum” kurumu demokrasinin olmazsa olmazları arasındadır. Eğer bir ülkenin kaderini değiştirecek süreçler söz konusu ise, “referandum” işletilmelidir. Halkın %51’i tamam derse o zaman kimsenin itirazı olamaz.

Halk seçti diye, halkın onayını almadan, referanduma sunmadan ülkenin kaderini etkileyen değişiklikleri yapılabilir mi? Eyalet kanunu niteliğinde kanunlar çıkarılabilir mi? Başkanlık sistemi getirilebilir mi? Bu demokrasi olur mu?

Avrupa demokrasileri, kentsel alandaki önemli yatırımlar için bile “kentsel ölçek”te referandum yaparken, biz ülkenin kaderini ilgilendiren konularda kamuoyunda bile tartışmıyoruz/tartışamıyoruz. Bizim kentlerimiz “tek adam”larla “beton uygarlığı” temelinde yükseliyor ve kentli(!)lerimiz de izliyor…

***

Büyükşehir yapmak istiyorsanız herhangi bir yeri, formül çok. Nüfus kriteri 200 bine çekilebilir… İl belediyelerinin yetkileri ve gelirleri artırılabilir… Kurumsal kapasiteleri geliştirilebilir… Küçük belediyeler “birlik belediyeleri” adı altında birleştirilebilir… İle yakın olanları ille, ilçeye yakın olanlar ilçeyle birleştirilebilir… Uygun ölçekte olanlar kendi aralarında birleştirilebilir. Birlik (verbandsgemeinde) belediyeleri kurulabilir.

***

Büyükşehirler mutlaka kurulmalı! Ama Türkiye EYALET KANUNUNU taşıyamaz. Türkiye’yi telafisi olanaksız tehlikeli bir sürecin içine sokarsınız…

Sayın Başbakan bu hatalı gidişattan dönünüz!

İşin diğer bir boyutu, bugün bazı belediyelerin teröre nasıl destek olduğunu biliyorsunuz/biliyoruz. Siz bu tür belediyeleri EYALET yapıyorsunuz ve sayısını artırıyorsunuz. TEHLİKENİN FARKINDA olmanın zamanı değil midir? Nasıl bir sürece “katkı sağlayacağınızı” lütfen görün!

***

Sayın Başbakan, eğer bu kanun çıkarsa unutmayın Türkiye, kısa vadede bazı zararları göremeyecektir.

Ancak, orta ve uzun vadede Türkiye telafi edilemeyecek zararlarla karşı karşıya kalabilecektir.

Konya Büyükşehir Belediyesi Konya’yı yönetemiyor, nerde kaldı Hadim’i, Taşkent’i, Kulu’yu, Doğanhisar’ı yönetecek? Proaktif, hizmet ve yurttaş odaklı hizmetin izine dahi rastlayamazsınız!

Hangi idari kapasiteyle, hangi kurumla…

İki yıldır oturduğum mahallede trafik keşmekeşi giderek artıyor ve büyükşehir belediyesine yazıyla sözle mesajla sesimizi duyuramıyoruz? On senedir yazı yazıyorum ve bazı konularda bilgi istiyorum. Bu istemlerin herhangi birine ne akademisyen, nu yurttaş ne de “yazar” olarak, herhangi bir yanıt almış değilim. Bu veriler bile mevcut durumun zaten bir EYALET sistemi olduğunu göstermiyor mu? Kulu, Hadim ve Taşkent’teki vatandaş sesini nasıl duyuracak?

***

Kentlerimiz insan, doğa ve kültür odaklı bir “yeniden yapılanmaya/dirilişe” yönelmelidir. Beton uygarlığı bizim uygarlığımız olamaz, olmamalı…

Eğer belediyeleri demokratikleştirmek ve güçlendirmek istiyorsanız, lütfen herhangi bir kişi iki dönemden fazla belediye başkanlığı yapmasın… Lütfen!

Muhafazakar belediyecilik, belediyecilikte çığır açtı. 1994 sonrası dönemin miadı bu son uygulamalar ve düzenlemelerle dolmak üzere…

Sistem yozlaşmaya ve çürümeye başladı… Bunun siyasi faturasını çok yakında elinizde görürsünüz…

Sayın Başbakan, bu konuda çalışan dürüst, ilkeli ve rasyonel düşünen çok sayıda uzman ve bürokrat var lütfen onları bir dinleyiniz!

Unutmayın, sizi bulunduğunuz yere yerel yönetimlerdeki başarınız getirdi. Eğer böyle giderse, yerel yönetimlerde atılacak bu yanlış adım sizi bulunduğunuz yerden uzaklaştıracaktır.

Gelmesi çok kuvvetli bir ihtimal olan büyük FELAKET’ten geri dönmek için geç kalmış sayılmazsınız.
29 Vilayeti "eyalet"e dönüştürdünüz diyelim, geriye kalan 52 vilayet ne olacak?
Tarsus, Bandırma, Alanya gibi aslında "il niteliği" taşıyan, tarihiyle, kültürüyle, özgünlüğüyle önce çıkan "ilçeler" büyükşehir/eyalet içinde acaba ne hale gelecek?

1 Ekim’den sonra başlayacak olan “EYALETLEŞME SÜRECİ”ni TÜRKİYE taşıyamaz…

Bu süreci lütfen durdurun!

Konuyla ilgili haberin adresi:
http://www.ekofinans.com/basbakan-talimati-verdi-iste-13-yeni-buyuksehir-h11489.html

4 Eylül 2012 Salı

YEREL VE KENTSEL POLİTİKALAR 2. BASKI

 
 
 
 
SUNUŞ
Yerel ve Kentsel Politikalar, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi disiplinlerinin ortak ilgi alanları çerçevesine oturan bir düzine kadar bağımsız çalışmadan oluşuyor. Küreselleşmenin giderek artan etkileri, yerel toplulukların katılım özlemlerinin demokrasi için taşıdığı önem ve Avrupa kurumlarıyla olan ilişkilerimizdeki gelişmeler, yerel yönetimleri, yukarıda sözü edilen disiplinler içinde marjinal bir konumda olmaktan hızla çıkarmış olan etmenlerdir.
Günümüzde, yerel ve kentsel politikalar, bütün dünyada, hem kuramsal açıdan, hem de uygulama yönünden büyük bir sıçrama döneminin içinde olan bilim ve araştırma dallarıdır.Bütün dünya üniversitelerinde, bu konuların okutulduğu kürsülerin, araştırma enstitülerinin sayısı giderek artıyor. Üniversitelerimizde, yakın bir geçmişte, Kamu Yönetiminin geleneksel konuları olan personel, denetim, eşgüdüm, kaynak, işbirliği gibi konular, Siyaset Biliminde ise, siyasal kuramlar, siyasal davranış, siyasal partiler, kamuoyu, secimler ve devlet sistemleri gibi konular prestij değeri taşıyan tez, inceleme, araştırma, yayın ve öğretim konularıyken; bir süredir, bu klasik konulara, yerel ve kentsel politikaların yeni bir dal olarak eklendiği görülmektedir. Bu değişmeyi Türkiye açısından anlamlı kılan etmenlerden biri, birer siyaset laboratuarı olan kentlerin ve kentlere yönelik politikaların, çok partili siyasal yaşama geçtikten sonra, siyasal yaşamımızın önemli gündem maddelerinden biri durumuna gelmiş olmasıdır. Bugün TBMM'de görev yapan 550 milletvekilinden, geçmişte, belediye başkanlığı, valilik, belediye ve il genel meclisi üyeliği yapmış olanların sayısı 100'e yakındır.

Bugün, ülkede var olan 170 kadar üniversiteden dörtte birinde, yerel ve kentsel yönetimler ve politikalarla ilgili kuramsal ve uygulamalı konular, oldukça genç bir araştırıcı ve öğretici kadronun öncülüğünde, tez, araştırma, inceleme, yayın ve ders konusu yapılmaktadır. İste, bunlardan bir bölümünü, bu kitaba katkıda bulunan öğretim üyeleri oluşturuyor. Yerel yönetimlerle ilgili, en can alıcı yönetsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel konuların işlendiği bu yapıtın, öğrenciler, araştırmacılar, öğretim üyeleri ve kent yöneticileri için değerli bir kaynak işlevi göreceğine hiç kuşkum yok.Bu kitabin bugünlerde yayımlanmasını önemli kılan nedenlerden biri de; genel olarak kamu yönetiminde, özel olarak ise, yerel yönetimlerde bir yeniden düzenleme çalışmasının ülkenin gündeminde olmasıdır. Gerçekten, ikincisi, 1960'larin başından beri gündemden hiç düşmemiştir. Bu 'bitmeyen senfoni" ye içtenlikle sahip çıkmak isteyenler kadar, ona içtenlikle karşı durmakta direnenler de var. Bu nedenle, konuların bilimsel, yansız ve soğukkanlı olarak, abartılı siyasal parti söylemlerinden uzak olarak, değerlendirilmesi, yeniden düzenleme çalışmalarını yürütenleri yanlış yapmaktan alıkoyar.En azından, yerel yönetimleri güçlendirmeyi, devleti zayıflatan, ulusal birlik ve bütünlüğü tehdit eden ve hatta devletin üniter (tekci) niteliğini değiştirmeyi amaçlayan 'kökü dışarıda" bir çaba olarak görmeyi yeğleyen yeni Jakoben'lerin haklı olmadıkları gerçeğine ışık tutar. Yerinden yönetimi, demokrasiye dost değil, düşman sayan anlayışların geçersizliğini kanıtlamaya yardımcı olur.
Bu türlü araştırma ve yayın çalışmalarına destek sağlamanın bir görev olduğu kanısındayım. Çoğunu öğrenciliklerinden beri tanıdığım, kitabın bütün yazarlarını, başta değerli öğrencilerim Prof. Dr. Akif Cukurcayır ve Doç. Dr. Ayşe Tekel olmak üzere, bu çabalarından ötürü kutluyorum. Başarılarının sürekli olmasını diliyorum.
PROF. DR. RUŞEN KELEŞ

26 Haziran 2012 Salı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ KİLİSTRA’NIN TANITIMINDA ETKİN BİR ROL OYNUYOR

Konya, birçok uygarlığın yaşadığı ve izler bıraktığı bir kent olmasına karşın kendini tanıtmada büyük sıkıntılar yaşıyor.

Yıllarca herkesin dilinde “Konya demek Mevlana demek…” şeklinde bir söylem vardı ve hala var… Elbette Konya Mevlana’yla özdeşleşiyor ve bütün dünyada böyle tanınıyor…

Tamam ama ne yazık ki, Mevlana dahil Konya’nın değerleri yeterince tanıtılmıyor.

Örneğin, bırakın Konya’nın diğer değerlerini ve zenginliklerini, Mevlana bile son on yıldır Konya’da “belirli bir ilgi düzeyi”ne kavuşabildi… Mevlana törenleri daha yeni stadyumlardan, basket sahalarından kültür merkezlerine taşınabildi.

Daha şimdilerde, imar faaliyetleriyle Mevlana türbesi ve çevresinin görünürlüğü ve estetiği parlatılmaya çalışılıyor…

Durum bu olunca ve özellikle yerel yönetimler bu konuda fazlasıyla yetersiz kalınca, elbette Konya’nın sahip olduğu diğer değerlerin yeterince ilgi görmesini beklemek çok da mantıklı görünmüyor.

***

Meram Kaymakamlığı tarafından yürütülen “Geçmişin Kültüründen Geleceğin Turizmine Kilistra” isimli proje MEVKA tarafından destekleniyor.

Selçuk Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu projenin iştirakçilerinden… Proje Kilistra’da turizm ve tanıtım anlamında oldukça anlamlı bir ilerleme sağlamış durumda…

Proje çerçevesinde Kilistra için farkındalık oluşturmak ve tanıtmak amacıyla teknik geziler düzenleniyor zaman zaman…

24 Haziran 2012 Pazar günü de, Selçuk Üniversitesi’nin üst yönetimi büyük bir ilgi ve destekle Kilistra’da idiler…

Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel; Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Tahir Akgemci, Prof. Dr. Mustafa Şahin, Prof. Dr. Musa Özcan, Selçuk Üniversitesi’nin farklı fakültelerinden dekanlar, yüksekokul müdürleri, “doğa yürüyüşü ve kültürel etkinlikler programı”na katıldılar…

Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gökbel, bu türden projelere özel bir önem veriyor. Pazar günü olmasına rağmen, bu programa katılması Kilistralıları ve proje ekibini oldukça mutlu etti…

Kilistra’nın tarihinde ilk kez bir üniversite yönetimi bu kadar yakın ilgi gösteriyor Kilistra’ya, kırsal kalkınmaya ve elbette eko turizme… Tarihi, kültürel ve doğal değerlerin ekonomiye, evrensel birikime ve kültüre kazandırılmasında üniversitenin rolü tartışılmaz… Bu türden projelerin devamı gelecek gibi görünüyor.

Bu tanıtım gezisine Meram Kaymakamı İrfan Kenanoğlu’nun katılarak çok önemli destek sağladığını belirtmemek olmaz. Sayın Kenanoğlu projeye büyük önem veriyor ve gelişmeleri dikkatle izliyor…

Köy hanımlarının hazırladığı yemekler, “minik bir yarışma” ve ödülleri ile çok güzel bir an yaşanmasına neden oldu…

Üniversite öğrencilerinin verdiği mini konser ise “türkü” ağırlıklı ve çok güzeldi…

***

Program katılımcıların gelmesiyle “Kral Yolu” yürüyüşüyle başladı…

Kaya mezarları ve hikayesi oldukça etkileyici… Bu antik kentin savunma sistemleri ve kalıntıları da öyle…

Ayrıca, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden kalma çok sayıda kilise ve manastır; iki bin yıllık yerleşim alanları…

Mevlana’nın öğrencilerinden birinin kabrinin burada olması…

Ciğer tepe öyküsü ve uçak kaya bölgesi…

Aziz Paulus’un yaşadığı mekanlar…

Mahzenler, su yolları, köprüler…

Ceviz ağaçları ve kiraz ağaçlarının hükmettiği muhteşem bir doğa…

***

Konya’da bu türden projelere yerel yönetimlerin ilgisinin oluşması ve artması gerekiyor.

Kilistra’yı, Sille’yi ve Çatalhöyük’ü gösteren tabelalar kentin her tarafına konulursa önemli bir adım atılmış olur…

Kilistra’nın yol sorununu, il özel idaresi veya “büyükşehir” çözebilir…

Kilistra’da mobil iletişim kuramıyorsunuz. Acilen bu sorun çözülmeli…

Bakanlığın ilgisi Kilistra’ya çekilebilirse, bunun hem Konya’ya hem de Kilistra’ya büyük katkıları olacaktır…

***

Kültür, tarih ve doğaya çok ihtiyacımız var…

Ne kadar çok ilgi gösterirsek, uygarlığın ilerlemesine ve kültürel zenginleşmemize de o kadar çok katkı sağlamış olacağız…

6 Haziran 2012 Çarşamba

'The GPS Roadmap for Making Immigration Work'


Few topics are more provocative than immigration. In this special, I look around the world for insightful immigration policies in Japan, Europe, and Canada – and explore what the United States can learn from each.




America is an immigrant society. What I was struck by, though, was a lot of other countries have learned our tricks and bettered them.



So, did you know, for example, that Canada has more foreign-born nationals than we do? And Australia has more immigrants than we do? Those societies have become, in 10 or 15 years, genuinely pluralistic, diverse immigrant societies. And here's the kicker: They have figured out a way to do immigration right, where they take smart, hardworking, talented people whom their economy needs.



In the Sunday special, we look at these lessons. Also joining me are two thought leaders on immigration politics and policy – New York City Mayor Michael Bloomberg (I-NY), and Kansas Secretary of State Kris Kobach (R-KS).




http://globalpublicsquare.blogs.cnn.com/2012/06/06/the-gps-roadmap-for-making-immigration-work/

Wang Shu Discusses Urbanization in China


Last year, in a lecture at the Harvard Graduate School of Design (GSD), Wang Shu of Amateur Architecture Studio confronted the effects of globalization, urbanization and rapid development on cities in China. Can design resolve tensions between global and local cultures? How should architects mediate the pressures of history and innovation? In Wang Shu, we find the value of the Amateur.





http://www.thepolisblog.org/2012/03/wang-shu-on-chinese-urbanization.html

28 Nisan 2012 Cumartesi

ŞEHZADELER KENTİ MANİSA’DA


Vikipedi’den: “Manisa, Türkiye'nin Ege Bölgesi'nde bir şehir ve Manisa ilinin merkezidir. "Şehzadeler Şehri" olarak da bilinir. Şifalı Mesir Macunu ve Sultaniye Üzümü ile tanınır. Antik çağda "Magnesia", Roma İmparatorluğu döneminde tam ismiyle "Magnesia ad Sipylum" olarak anılmıştır. Dünya dillerindeki mıknatıs ve magnezyum kelimelerinin kökeni Manisa'nın ismidir.”

“Yeni Anayasa” konulu bir panel için otobüsle Manisa yollarındayız. Tarih, 17 Nisan 2012 ve günlerden Salı…

Çok güzel dostların bulunduğu, muhteşem bir tarih ve tabiatın kaynaştığı kent Manisa…

Önce İzmir, sonra Manisa…

İzmir’de güzel bir kahvaltı, deniz esintisi… Ege rüzgarlarıyla sarmaş dolaş bir dostluk… Ve 45 dakikalık bir Manisa yolculuğu…

Manisa’ya bu ikinci gelişim… Daha önce bir derginin çalıştayına katılmıştım ve ne yazık ki kenti göremeden ayrılmıştım…

(Kısmetse 17-18 Mayıs 2012’de Kamu Yönetimi Sempozyumu-KAYSEM dolayısıyla bir seyahatim daha olacak…)

Celal Bayar Üniversitesi Kampüsü Spil dağı eteklerinde çok güzel bir yerde… İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ndeki dostlarla buluşuyoruz Panel öncesinde…

Güzel bir Manisa Kebabı molasından sonra bir Bektaşi Tekkesi olan Ayni Ali Tekkesi’nden Cafe’ye çevrilmiş olan bir mekana gidiyoruz…

Çok etkileyici resim, tablo ve eşyalar eşliğinde çay ve kahve molası…

Sonrasında bazı dostlarla akşam buluşmak üzere ayrılıyoruz…

Manisa Ulucami çevresindeki mekanda koyu bir muhabbet başlıyor…

Ulucami, 1374 yılında Saruhanoğulları döneminde yaptırılmış… Muhteşem çınarlarla minarelerin yarıştığı etkileyici bir yapı…

Manisa yukarıdan çok güzel görünüyor…

***

Akşam tekrar diğer panelistlerle buluşup Salihli’ye doğru yola çıkıyoruz. Salihli’nin nüfusu 100 binin üzerinde…

Güzel bir salon ve nitelikli bir dinleyici grubu…

Yeni Anayasa’ya dair “özlemlerimizi” dile getiriyoruz… Çok güzel bir atmosfer…

Prof. Dr. Mustafa Ökmen, Doç. Dr. Aliyar Demirci, Doç. Dr. Yasin Sezer ve ben…

Program saat 23 civarında sona eriyor ve biz tekrar Konya yollarına düşüyoruz…

Yorucu ancak çok güzel bir seyahat olarak hafızalarımızdaki yerini koruyor Manisa seyahatimiz…

7 Nisan 2012 Cumartesi

KARAMAN'A SEYAHAT

3 NİSAN 2012 Salı günü Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nin davetlisi olarak "yerel yönetim reformu"na ilişkin bir konferans için bir arkadaşımla birlikte Karaman'daydım. Karaman yolları da "duble yol" kapsamında oldukça rahat hale gelmiş... Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nden dostlarla Karaman girişinde buluşuyoruz. Bir kısmı eski öğrencilerim olan öğretim üyeleriyle güzel bir sohbet gerçekleştirdik... Bölgeye özgü yemeklerin olduğu güzel bir restoranda yemek yedikten sonra Üniversite kampüsüne doğru yola çıkıyoruz.
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığında sıcak bir sohbetten sonra konferans salonunda Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nin değerli Rektörü ile buluşuyoruz ve elbette kamu yönetimi öğrencileri ağırlıklı bir dinleyici grubuyla...
Oldukça sıcak ve güzel bir konferans ortamı vardı. Yerel yönetimlerin dünü, bugünü ve geleceği hakkında önemli bir etkileşim ortamı oluştu...
Konferans sonrasında değerli dostlarla vedalaşıp, Konya'ya doğru yola çıktık...
Ancak, kenti çıkmadan karar değiştirip bir de kent merkezini görelim diye geri döndük... Birazda arkadaşımın eski araba merakından dolayı böyle bir karar aldık. Çünkü, Karaman Sanayiinin olduğu bölgede biraz oyalandık:)
Kentin merkezine geldiğimizde çok fazla gözlemleme olanağı olmasa da, Yunus Emre heykeli, birkaç tarihi cami, hamam ve eski yapı kalıntısını görme şansı oldu...
Genel olarak şunu söylemek sanırım çok zorlama olmayacak: Karaman ne yazık ki kent olarak olması gereken yerde değil...
140 bin nüfuslu bir kentin özellikle kent merkezi üç biş bin nüfuslu küçük yerleşim yerlerini andırıyor... Kent merkezi hiç olmazsa kent gibi görünmeli...
İki dönemdir aynı partinin burada belediyecilik yapmasına karşın gözle görünür bir farklılığın oluşmadığı belirtilebilir. Belediye başkanları farklı konularla gündemde oluyor ne yazık ki, bu durumda daha fazla "yerel özerklik" ve daha fazla "yetki" tartışmaları anlamını yitiriyor...
Ancak, bunu Türkiye'ye anlatmak çok zor elbette...
Sinemaya gitmek için bile Konya'ya geldiklerini belirten Karaman'daki dostların dikkat çektikleri bu konu tek başına, Karaman'ın "kentleşme ve kentlileşme" süreçlerinde oldukça yetersiz kaldığını gösteriyor.
Küreselleşme, neoliberalizm, reform... Değişim adına her türlü rüzgarın var olduğu bir dönemde, kentlerimizin önemli bir kısmının çok yavaş değişmesi büyük bir sorun...
Bu arada Konya-Karaman illerini kapsayan Mevlana Kalkınma Ajansı (MEVKA) ve benzeri ajanslar acaba bu tür dönüşüm için hangi katkıları sağladı, sağlıyor?...
Karaman ve Konya'nın tarihi oldukça paralel... Her kültürün  ve gelişmenin izini bu iki kentte aynı anda gözlemlemek olanaklı...
İki kent işbirliği yaparak entegre projeler geliştiriebilir. Örneğin kent girişleri hem Konya'da hem de Karaman'da önemli bir sorun...
Konya'nın Ankara, Afyon ve Beyşehir yolları hariç diğer girişlerinde önemli düzenlemeler yapılması gerekiyor.
Karaman'ın ise tamamında çok önemli bir kentsel dönüşümün yapılması kaçınılmaz...

Karamanla ilgili bilgiler için:
http://www.karaman.gov.tr/

http://www.karaman.bel.tr/

30 Mart 2012 Cuma

TARSUS

 Kent Konseyi'nin davetlisi olarak bir panele katılmak üzere Tarsus'a gittim... 27 Mart 2012 tarihli bu seyahatimde beni heyecanlandıran birçok şey yaşadım. Öncelikle akşam konakladığık Otel Konak Efsus eski Tarsus evlerinden dönüştürülmüş, mistik ve tarihi bir havası olan etkileyici bir otel... Cafeler sokağındaki bu yapının girişinden itibaren ayrı bir heyecan yaşıyorsunuz.
Odalar klasik büyük kapı anahtarları ile açılıyor. Odaların her birine Ashab-ı Kehf'den (yedi uyurlar) birinin adı verilmiş... Kleopatra'nın adının verildiği oda da var. Bana yedi uyurlardan MEKSELİNA'nın adının verildiği oda düştü... Kendimi bir tuhaf hissettim... Ashab-ı Kehf'in hikayesi aklıma geldi... Oldukça ürpertici bir olay... İnanç ve inkar mücadelesi... Hem İslamiyetin hem de Hristiyanlığın inandığı olağanüstü bir tarih var Tarsus'ta...
Tarsus aynı zamanda Yeni Ahit olarak bilinen İncil'in yazarlarından Saint Paulus (Aziz Pavlus) yaşadığı ve damga vurduğu şehirlerden birisi...
Ertesi gün kaymakam, belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile siyasi parti ilçe başkanlarının katıldığı panel oldukça uzun ve etkileyici geçti...
http://www.guneytv.com.tr/haber/Tarsus-un-Gelecegi-Konusuldu/77180

***
Öyle arası Selçuk Han'da yemek yedik. Kent Konseyi Başkanı Dr. Ali Cerrahoğlu çok çalışkan ve enerjik bir isim... Bütün kent konseylerine lazım bir isim...
Bir süre Ali Bey ve orada bulunan gazetecilerle muhabbet ettikten sonra yola çıktım.
Ashab-ı Kehf mağarasını ziyaret ettim... En son 1987 yılında gitmiştim...
Yolları ve mağarayı bakımsız bulduğumu söylemeliyim...
Belediyenin daha duyarlı olması gerekir. Çok önemli bir tarih, din ve kültür mekanı burası...
***
Tarsus, Mersin, Silifke, Mut, Karaman ve Konya... Akşam 22.00'da evdeydim...
Bu güzergahı 2011 yılında kullanmıştım.
Çok hummalı bir yol inşaatı vardı...
Silifke çıkışı çok güzel olmuş... Mut Karaman arasında da duble yol çalışması var...
Silifke Karaman arası duble yol çalışması tamamlandığında, Türkiye'nin bir kere daha çağ atlayacağı söylenebilir...
Benim gibi oldukça sık seyahat edenler bilir yolların ne denli önemli olduğunu...
Örneğin, Silifke Alanya arası adeta kabus gibi...
Hiç kimsenin bu yolu kullanmasını önermem...
Haziran 2011'de öyle bir yanılgı yaşadım ve çok pişman oldum...
***
Narlıkuyu... Turşular, Zeytinler, pekmezler...
Cennet-Cehennem Mağarası, Astım Mağarası... Ne yazık ki akşam altı civarında gidebildim ve bu mağaraları gezemeden geri döndüm...
Mut çıkışında uğradığım bir restoranda ise, beni yanık bir Türkü ziyafeti bekliyordu...
Çok etkilendim...
Oradaki yaşayan sade vatandaşların kalender muhabbeti müthişti...
Sazın telleri ve sözlerin yüreklere işleyen keskinliği... "Beni ağlatırsan doyma yaşına" diye başlayan Türküler yemeğimi bitirdiğimde devam ediyordu...
Yol Türküleri, yol hatıraları, uçsuz bucaksız Toroslar ve Göksu deltası...
Çok güzel bir coğrafya burası...
***
Tarsus 240 bin nüfusuyla il yapılmalı ve Adana ve Mersin'in gölgesinden kurtarılmalı...
Her ne kadar yeni il ve ilçe kurulmasına karşı olsam da, Tarsus çok farklı bir yer...

4 Mart 2012 Pazar

“Demokrasi Arayışında Kent”


Kürşat Bumin’in “Demokrasi Arayışında Kent” isimli önemli bir çalışması vardır. Çalışmayla ilk olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora dersinde tanıştım... Can Hoca’nın “Kent Kuramları” dersinin güzel bir parçasıydı…

Kitap, 1994’ten beri her fırsatta göz attığım ve öğrencilerime önerdiğim bir kaynak olmuştur.

Kitap, demokrasi, kent, siyasal düşüncelerin evrimi, kültürel evrim, siyaset, mimari, tarih, felsefe ve sanat gibi birçok disiplini bir araya getiren önemli bir bilgi birikimi sunuyor...

Kitabın felsefi özelliği, tarihsel referansları ve yaklaşımı birkaç kez okumayı gerektiriyor... Çünkü, ilgili retoriğe yabancı olanlar kitabı anlamakta zorlanabiliyor...

Ancak kitabı okuyanların kenti, tarihi, felsefeyi, iktidarın doğasını ve bugünü çözümlemek için çok önemli bir birikime sahip olacaklarını söyleyebilirim...

İnsanın kendi tarihini, farklı kültürlerin gelişimini ve insanlığın dramını da anlayabileceği bu kitabın yeniden basılması, hem de Konya’da bir yayınevi tarafından basılması önemli bir şans...

***

“Mimar-Demiurgos”

Kitabın bir bölümü mimarlara ayrılmış... Kenti betonla ya da sanatla, ruhla, estetikle donatan mimarlara...

Mimarların geleneksel olarak “iktidarla” hep ittifak içeri-sinde olduğu gerçeğinden hareketle, “Sümer ve Babil’den New York’a” “bütün devlet ideolojileri” mimaride “cisimleşmiştir”, kendini göstermiştir; bir anlamda iktidarın yansıma alanı mimari olmuştur.

Farklı referanslardan hareketle mimarların ve şehircilerin yüzyıllarca aristokrasinin, monarşinin ve burjuvazinin “yücelmesine” bir anlamda güçlerini korumasına hizmet ettiklerini belirtiyor Bumin...

Örneğin değindiği referanslardan birisi şöyle diyor: “ülke için hiçbir sevgi, halk için hiçbir duygu taşımıyor.” Binalar, yıkıcı bir biçimde yalnız ve yalnız “paranın” veya daha uygun bir tabirle “rantın” övgüsünü yapıyor...

Bu çabalar ve etkinliklerle mimarların iktidarla özdeşleştiği, hatta “mimar-demiurgus” olarak kendilerini iktidara yerleştirdikleri belirtiliyor.

***

Bu tarihsel ve evrensel gerçekliklerden hareketle, kentlerimizin ve kentimizin ne kadar da bu saptamaya uygun geliştiğini veya geliştirildiğini hayretle görebiliriz...

Daha önce de, bir yazı da değindiğim gibi Konya veya diğer Türk kentlerinin hemen hiçbiri bu tasvirin/tanımlamanın dışında kalmıyor...

Kentlerimiz betonun ve rantın hakimiyetinde, insanı yücelten değerler olmaktan çıkıyor, yerel ve merkezi iktidarları yücelten; onları genel ve sürekli iktidara taşıyan bir “beton” ve “demir” kombinasyonlarıyla kutsanmış bir mekanizma işlevi görmektedirler.

Bu işlevde elbette mimarlar, şehirciler ve tamamlayıcı kadro olarak mühendisler, “para” ve “rantın” denetimini “sürekli” olarak ellerinde bulundurmak isteyen yerel ve merkezi iktidarların “lojistik” unsurları olmaktan öteye gidemiyorlar...

Konya ve diğer kentlerimize bakınız...

Bizden, tarihimizden, kültürümüzden, ruhumuzdan, duygularımızdan, geleneklerimizden bulabileceklerinizi yazsanız “kaç maddelik” bir liste yapabilirsiniz?

Konya’da “gökdelen” ve “köprülü kavşak” uygarlığı yükseliyor...

Bu nasıl bir uygarlık?

Kime yarıyor bu uygarlık?

Kente, kentliye, tarihe, kültüre, estetiğe, doğal çevreye, sanata ve yaşama değil elbette...

Kime?

“Paranın”, “rantın” ve “iktidarın” sürekliliğini “görsellik-le”, “imajla” ve “cismani/hacimli beton yükseltilerle” ve “kara propagandayla” giderek güçlenen yerel yöneticiler (belediye başkanları ve her türlü kadroları) ve gözü paradan başka hiçbir şey görmeyen ve hiçbir değeri önemsemeyen geleneksel ve türedi “zengin” sınıfa yarıyor...

***

Kürşat Bumin’in bu önemli çalışmasını okuyarak bir kere daha kendimizin, evrendeki yolculuğumuzun, insanlı-ğın ve insanımızın kaderinin, yaşam koordinatlarımızı kimlerin ve nelerin belirlediğinin farkına varma fırsatı yakalayabiliriz...

Umudumuz, her şeye rağmen tarihin derinliklerinden süzülüp gelen evrensel güzelliklerde...

Umudumuzu artırmak, hayatta daha iyi bir yerde durabilmek için de “kitap” tek adres olarak her zamanki önemini ve yerini koruyor...



21 Şubat 2012 Salı

YEREL POLİTİKALAR DERGİSİ

YEREL POLİTİKALAR DERGİSİ İLK SAYISIYLA MÜTEVAZI BİR BİÇİMDE OKUYUCULARININ KARŞISINA ÇIKIYOR... ÇİZGİ KİTABEVİ DERGİNİN YAYINCISI

3 Şubat 2012 Cuma

“YAVAŞ ŞEHİR” YA DA “SAKİN KENT”


Kent yaşamı gittikçe hızlanıyor, karmaşıklaşıyor ve çekilmez hale geliyor. Bu “gelişmiş dünyada” da böyle ama, bizde “fazlasıyla” çekilmez hale geldi…


Çünkü hergün yüzlerce yeni araç trafiğe çıkıyor; her evde neredeyse ikinci arabalar tamam, belki üçüncüler yolda…

Kapitalizme ve tüketim toplumuna hizmet eden bir yaşam felsefesi gittikçe kuşatıyor bizi…

İhtiyacımız olana da, olmayana da sahip olmaya çalışıyoruz…

Marks, “meta fetişizmi” demişti…

“Maddeye tapınma…” “Miktar ideolojisi…” “Biriktirme hastalığı…”

Modern insanın hastalıkları… Bu hastalıklar, elbette kentin baskısı, stresi, karmaşası ve hızı ile birleşince, “modern insan” zavallı, çaresiz, ezik ve iradesiz bir kimliğe bürünüyor…

Toplum ya da kent ne sunarsa onu olduğu gibi kabullenmek zorunda kalıyor…

Bu yüzdendir ki, daha yirminci yüzyılın başlarında Herbert Marcuse, “günümüz insanı yaşamıyor, yalnızca yaşadığını sanıyor ya da yaşamını izliyor” demişti…

Ne kadar haklı! Aslında “Trumanshow” mu demeliyiz? Bir kurgunun içinde yaşıyorsunuz; sorgulayamıyorsunuz, yönlendiremiyorsunuz, herhangi bir şey katamıyorsunuz… Sizin elinize verilen yol haritasını uyguluyorsunuz…

İradeniz tam anlamıyla sıfırlanıyor…

***

Kentler büyük bir değirmen gibi insan öğütüyor… İnsan, özne olmaktan çıkıyor ve nesneleşiyor…

İnsan ilişkilerinin yeni adı “sosyal sermaye…” Etkileşim çevreniz ne kadar güçlüyse ekonomik, siyasal, yönetsel ve kültürel kazançlarınız da o kadar fazla olur anlayışına dayanıyor…

Yani birisiyle iletişim kurduğunuzda artık “karşıdakinden ne elde edebilirim” kaygısıyla hareket etmenizi salık veriyor “sosyal sermaye” kuramları… Doğrudan bunu demiyorlar da, dolaylı olarak bunu diyorlar…

Dolayısıyla “sosyal sermayeciler” günlük insani ve toplumsal ilişkileri metalaştırıyorlar, deyim yerindeyse “tanışıklıkları, dostlukları” bir biçimde “paraya, ranta, fırsata” dönüştürmenin uzmanları olarak tanınıyorlar…

Hele bizdeki kentsel yaşam tam bir “ucube…”

Baskın ve erdem yayıcı bir kültür yok…

Kırk yamalı bohça, bizim kentlerimizin dokusu…

Tam da bu nedenle yine Batılı toplumlar –çünkü biz enkaz temizlemekle meşgulüz daha- kenti “yaşanılabilir” kılmak için yoğun arayış içerisindeler…

Bu arayışlardan birisi de, kentleri nasıl daha “sakin” hale getirebiliriz arayışı...

Elimde bir kitap var, Konya’da Çizgi Kitabevi yayınlamış (Aralık 2011).

Yazarları, Selçuk Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu öğretim üyeleri Mete Sezgin ve Şafak Ünüvar…

Kitabın adı, “Yavaş Şehir.” Sürdürülebilirlik konsepti çerçevesinde kentlerin yaşanabilirliğini tartışıyor… Bizde belki de yeni yeni konuşulmaya başlayan bir kavram Batıda epey taraftar bulmuşa benziyor…

Kitabın esinlendiği kavram “Cittaslow”, yaygın bir literatüre sahip…

Kitabın kapağında “kenti sırtlamış bir salyangoz…” Güzel olmuş gerçekten…

Cittaslow, “sakin kent” ya da “yavaş şehir” anlamına geliyor…

Kitabı tavsiye ederim… Kente, kentsel yaşama, kentsel değerlere ve topluma farklı bir pencere açıyor…

***

Sakin kent kavramı içerisinde, “ekolojik yaklaşım” yani hava kalitesi, su kalitesi, doğal kaynakların korunması, iklim değişikliği gibi değerler yer alıyor…

Temel hedef “sürdürülebilir kentler”in tasarlanması ve başarılması…

Tüketim toplumu içerisinde “tüketilen insan” değil; “açık toplum” felsefesiyle yaşanabilir kentler kuran insan konunun odağında yer alıyor…

Sakin kent öyle bir mekan ki, insanlar “dinlenmek ve yenilenmek” için orayı tercih ediyor…

Turizm boyutu da biraz farklılaşıyor dolayısıyla…

***

Bizim de sakin kentlerimiz olacak mı?

2100 yılında belki…

Çünkü, bizim kentlerimiz gittikçe çıldırıyor, çılgınlaşıyor, kontrolden çıkıyor…

L. Mumford’ın sınıflandırmasındaki tiranlaşmış kentler (tyranopolis), biz de hangi kent acaba?

Bence öncelikle İstanbul, sonrasında da bütün milyonluk kentlerimiz…

Çünkü, bu kentler insanı, tarihi, doğayı… kısacası yaşamı eziyor vesselam!

http://www.cittaslow.org/

29 Ocak 2012 Pazar

TEPAV | Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı | Harvardlı Ünlü Profesör Glaeser’dan Kentleşme Konusunda Türkiye Tespitleri…

"Türkiye'de kent yoktur" derken tarihiyle, kültürüyle, doğayla ve herşeyden önemlisi "insan"la barışık olmayan kentlerimizi kastediyorum.
Kentlerimizin hiçbirinin altyapısı tamamlanmış değil;
Kentlerimizin hiçbirinin trafik sorunu çözülmüş değil;
Kentlerimizin hiçbirinin konut sorunu çözülmüş değil;
Kentlerimizin hiçbiri geçmişin enkazından kurtulmuş değil;
Kısacası kentlerimiz, daha geçmişin tortularından kurtulamamışken;
Kentlerimizin bugünü "yaşanılabilir" değilken;
Geleceği mi düşüneceğiz... Bize bu tür şeyler fazlasıyla lüks:))
Herne kadar Harvardlı Profesör farklı şeylere dikkat çekiyor olsa da:)

TEPAV Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Harvardlı Ünlü Profesör Glaeser’dan Kentleşme Konusunda Türkiye Tespitleri…

Per aspera ad astra!

8 Ocak 2012 Pazar

ÇILGIN PROJELER DÖNEMİ: Kanal İstanbul Projesi Örneği




Biliyorsunuz 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin 2023 hedefleriyle bağlantılı birçok “çılgın” proje açıkladı.

Bu projeler ne yazık ki, Türkiye’nin “diğer güncel ve çılgın” gündemi arasında unutuldu. Çünkü, “diğer” gündemi üzülerek belirtelim ki, Uludere’de olduğu gibi “Türkiye’ye kurulan” tuzaklar oluşturuyor.

Konumuza dönersek; 22 Aralık 2011’de İstanbul Aydın Üniversitesi’ne “Çılgın Projeler Dönemi: Kanal İstanbul Projesi” konulu bir konferans için davet edilmiştim.

Aydın Üniversitesi’nin değerli Rektörü Prof. Dr. Yadigar İzmirli Hoca ile tanışmaktan çok mutlu oldum. Çok değerli ve zarif bir akademisyen… Yadigar Hoca ve Üniversitenin öğretim elemanlarının konukseverliği için minnettarım. Aydın Üniversitesi, ses getiren bir üniversite olma yolunda hızla ilerliyor. Çünkü dünyaya ve Türkiye’ye açık bir strateji izleniyor. Ayrıca Prof. Dr. Mustafa Çıkrıkçı ve Öğretim Görevlisi Öznur Sevme'ye organizasyon ve ilgilerinden dolayı müteşekkirim...

Bu vesileyle de “çılgın” projelerle ilgili bir değerlendirme yapma; ya da “yeniden düşünme” olanağı yakalamış oldum.

***

Başbakan’ın seçim öncesi açıkladığı projeleri genel olarak çok “anlamlı”, özel olarak da bazılarının “yeniden düşünülmesi” gereken projeler olduğunu belirtmek istiyorum.

“Türkiye 2023’e böyle büyük, çılgın ve muhteşem bir projeyle girmelidir. İstanbul içinden iki deniz geçen bir kent olacak. 500 yıllık rüya gerçek olacak” gibi önemli vurgularla projenin tanıtımını yapan Başbakan, bir yandan seçim propagandasını yaparken diğer yandan Türkiye’nin önüne yeni ve “çılgın” hedefler koyuyordu.

Projenin temel gerekçesi, tanker kazalarına karşı Boğazın güvenliğinin sağlanması…

Fakat;

Bu proje kapsamında bir ve birbuçuk milyonluk olmak üzere İstanbul’un Doğu ve Batısına iki yeni kent kurulması öngörülüyor. Havaalanları, limanlar, 10 bin kişiye istihdam; kamulaştırmalarla birlikte yaklaşık 20 milyar dolarlık kaynak kullanımı öngörülen proje, İstanbul’u “farklı” bir küresel kent, merkez ve ilgi odağı haline getirmeyi amaçlıyor.

Projenin finansman sorunu da yok…

Dolayısıyla;

Projenin asıl hedefi yeni “istihdam kapıları” açmak ve her şeyden önemlisi de Türkiye’ye heyecan veren yeni ufuklar çizmek…

***

Proje, “düşünce olarak” kesinlikle olumlu. Ancak, çok tartışmalı bir proje…

Olumlu, çünkü bir tasarım, tahayyül, proje, dönüşümcülük ve yenilikçilik var…

Tartışmalı; çünkü, binlerce yılda oluşan Marmara Denizi’nin doğal yapısının alt üst edecek bir proje olarak görülüyor.

“Kapasitesi aynı olan bir havuza “ikinci bir musluk” açmak, o havuzun kapasitesini zorlamak ve işlevlerini yerine getirememesini sağlamaktır”. Bu görüşü özellikle önemli bilimsel başarılara imza atan “deniz bilimleri” ile ilgili çalışmalar yapan akademisyenler dile getiriyor.

Yani “Marmara denizinin alt katmanları yer değiştirecek, denizin kendini temizleme özelliği zarar görecek ve dolayısıyla “koku yayan” ve ekolojik yapısı bozulan bir bölge ortaya çıkacaktır” biçiminde değerlendirmeler yapılmaktadır.

Ayrıca, “Kanal İstanbul”un yapılacağı bölgede 12 fay hattı olduğunu belirten deprem bilimciler de var. Şu ana kadar yapılan hesaplamalarda İstanbul’un %70-75’i illegal yapılaşmaya konu olmuş… Devamını siz düşünün… Çok ürkütücü gerçekten…

***

Kentleşme boyutuyla baktığınız zaman, İstanbul’a her yıl 350-400 bin nüfus ekleniyor. Bu projeyle İstanbul daha “haşmetli bir çekim merkezi” haline gelecek ve dolayısıyla 25 milyonluk yeni bir “hegemonya kenti” İstanbul’a davetiye çıkarılmış olacak. Silivri’den Bursa’ya kadar neredeyse 35-40 milyonluk bir Marmara Bölgesi ortaya çıkıyor ki, bu aslında “felaket” demektir ve kentleşme politikaları açısından her koşul altında yanlıştır.

Nüfusun belirli bir bölgede ve kentte toplanmasını sağlayan politikalar her bakımdan yanlıştır.

Bu nedenle, Anadolu’nun farklı bölgelerini “çekim merkezi” haline getirecek çılgın projelere ihtiyacımız var. İstanbul, mevcut haliyle “ömür törpüsü” zaten ve günlük yaşamın yarısı “trafik işkencesi”yle geçiyor.

Türkiye’nin Anadolu’da “sanayi kentleri”, “yatırım kentleri”, “turizm kentleri”, “sağlık üsleri”, “bilim ve kültür kentleri” gibi çılgınlıklara ihtiyacı var.

Mesela en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zorunlu ve olmazsa olmaz bir çılgınlık da, “Edirne’den Kars’a ve Van’dan İzmir’e bir hızlı tren ağı” olabilir. Zira Türkiye’nin en büyük kabusu ve birinci önceliği hala “ulaşım”dır.

Mevcut hızlı tren projeleri, ilgili bölge ve kentler için çok önemli katma değer oluşturmuştur. Bu gelişmelerden dolayı hükümeti kutlamak gerekir. Yüksek Hızlı Tren’in Konya’ya kısa zamanda çok önemli katkıları oldu çünkü…

***

Ya da;

Anayasa Mahkemesi’ni Nevşehir’e; Danıştay’ı Manisa’ya, Sayıştay’ı Sivas’a taşıyalım… Çok akıldışı bir yaklaşım olarak gördüğünüze eminim… Lakin;

Bölgesel kalkınmaya ve çekim merkezi olmaya başka bir “çılgın” yaklaşım… Almanya’da var bu uygulama… Bizde neden olmasın?

***

Çılgınlık iyidir… Sıradanlığın aşılması, topluma vizyon ve ufuk kazandırılması açısından… Çünkü, her alanda “statükoculuk”, yani “hep mevcudu korumak ve onunla yetinmek” her zaman ilerlemenin en büyük düşmanıdır.

Ancak, özellikle siyasal çılgınlıklarda daha dikkatli olunmalı; öncelikler belirlenirken birkaç yıllık “ön hazırlık” aşamaları olmalıdır. Aksi halde büyük felaketlere de yol açabilir…

M. Akif ÇUKURÇAYIR