15 Kasım 2011 Salı

İNSANLIKTA, KİMLİKTE VE YAŞAMDA DEPREM

Of ki of!!! Nereden başlayalım, ne diyelim… Uzun zamandır kasvetli gündemlere girmemeye gayret ediyorum, fakat olmuyor… Vicdan sızısı, katmerlenen acılar, kar altından yükselen feryatlar, taze evli öğretmenler, yetimler-öksüzler, Japon yüreklerin ders gibi insanlık öyküleri…


Türkiye insanlıktan çıkmış şebekelerin terör cinayetleri ile sarsılırken deprem gibi bir doğal afetle sarsıldı… Toplum olarak büyük bir sınavla karşı karşıya kaldık…

Bu yıkım ve enkazda Türkiye, bir takım cılız ve çatlak seslere kulak asmadı, bütün dünyaya vefanın, yardımlaşmanın, insanlığın ve işbirliğinin dersini verdi…

Dersi verdi ama Japon doktor Miyazaki’nin verdiği ders bütün derslerin üzerine çıktı… Evet, “elin Japonu Miyazaki” geldi, yardım etti ve enkaz altında yaşama veda etti…

Bize, bütün Türkiye’ye çoğumuzun unuttuğu insanlık dersini ölümcül bir sonla verdi… Başkalarını yaşatabilmek ve mutlu etmek için hayatını feda etti…

Bizden bazıları ise o arama kurtarma gününde bile, birtakım “siyasal rantlar peşinde” yırtınırken, insanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını bir kere daha gösterdiler…

Yine de Türk insanı, bu şaşkın ve şirazeden çıkmış topluluğa haysiyetli duruşuyla doğru yolu gösterecektir elbet… Umuyoruz ki, o şaşkınlar da Japon doktor Miyazaki’nin öyküsünden hiç olmazsa bir şeyler öğrenirler…

Evet, toprağın bol olsun doktor Miyazaki, rahat uyu! Bize müthiş bir ders verdin ve unuttuğumuz bazı değerleri hatırlattın…

***
Bir yönüyle Van depreminde çok önemli özelliğimiz olan yardımlaşma ve kardeşlik duygularımızı harekete geçirdik; bölgeyi kana ve düşmanlığa mahkum etmek isteyenlere inat oradaki kardeşlerimizin imdadına koştuk Türkiye olarak… Sonuç, ne olursa olsun; acı, yıkım, deprem ve enkaz büyük…

İnsanlıkta, kimlikte ve yaşamda deprem çok büyük ve tarifi imkânsız…

Çok bilinmeyen ama düşünce tarihimizde derin iz bırakan Nurettin Topçu Var Olmak isimli kitabının bir yerinde bütün dünyayı suskunluğa gark edecek bir cümle söylüyordu : “Hayır, bize yaşamak öğretilmeliydi…”

Evet, biz Türkiye olarak “önce insan” ve “insanı yaşatki devlet yaşasın” diyen kimliğimizi ve kültürümüzü terk edeli çok oluyor…

Biz yaşamayı ve yaşatmayı öğrenemedik, öğrenmemiz için de sanıyorum çok bekleyeceğiz… Şehirler inşa etmedik… Ucube bir takım bina müsveddelerini şehir diye hem kendimize hem de herkese yutturduk…

Yığdık, durmadan yığdık… Eşya gibi istifledik insanları… Ya çaresizlik girdabına düşmüş, ya da gözlerini hırs bürümüş, yaşamdan habersiz insanları…

Kalplerini “belki fısıltılarıyla” umutlandırılmış ve kandırılmış fukaracık insanları yüksek beton tabutlara doluşturmuşuz, en ufak bir sarsıntıda ne umutları, ne hırsları; ne evlatları, ne eşleri, ne anaları, ne de babaları kalmış; tamamı yerle bir olmuş…

Vatandaş bir bina yapmış, binanın hiçbir denetimi yok… Malzemenin en ucuzunu ve niteliksizini kullanmış… Depremin darbesi binayı yerle bir etmiş… Sonuç: 4 çocuğu, annesi ve eşi hayatını kaybetmiş… Kendisi kurtulmuş, çünkü evde değilmiş… Sonra da “Ev değil, mezar yapmışım” diye ağlıyor, kendini paralıyor…

Kaç para eder… Giden gitti! Allah böyle bir acıyı kimseye yaşatmasın…
***
Evet, “bize yaşamak öğretilmeliydi…”

Oysa bize hep kavga, hırs, rant, köşe dönmecilik, şark kurnazlığı, umursamazlık ve “bize bir şey olmaz felsefesi” öğüretildi… Uyutulduk ve aldatıldık ey Türkiye!

Şimdi iyice uyanıyoruz ama, eski alışkanlıklarımızdan sıyrılamıyoruz… Büyük büyük şehirlerimizde çöken büyük büyük apartmanlardan 92 can ölü çıkıyor… Hem de deprem olmadan bina çöküyor ve o kadar insanı bizden koparıyor…

***
Sonuç, büyük bir vurdum duymazlık! Gelişigüzel her kentsel arazininin kentsel rantlar uğruna inşaata açıldığı kentlerimiz bize ne anlattı? Ne anlatıyor?
Büyük büyük başkanlarımız, politikacılarımız… ya da sen ben… biz, siz, onlar… Bu sorumsuzluğun, yıkımın ve acının parçaları değil miyiz?

Doğruları haykırmayarak, yanlışları, haksızlıkları, zulümleri yapanın yanın kâr bırakarak…
Asıl suçlu biz değil miyiz? Bu mu bizim kimliğimiz, insanlığımız, yaşam anlayışımız?

Elbette ki hayır! Bin kere hayır!!!

O halde ne oldu bize? Bu yolculuk nereye?
***

Bu rantiye ve şantiye tutkusu, bu beton aşkı, bu aç gözlülük bizleri öldürüyor, görmüyor musunuz?

Ne zaman bizlerde yaşamı alkışlayacağız ölümün yerine? Ne zaman bizde yapılan hatalar kimden gelirse gelsin eleştirebileceğiz? Bu hayatın bize ait olduğunu ve birilerinin onu bizim adımıza biçimlendiremeyeceğini ne zaman haykırabileceğiz?

Kısacası ne zaman hayatımıza, yaşam alanlarımıza, kentlerimize sahip çıkacağız?

4 Kasım 2011 Cuma

BELEDİYE BAŞKANLARI DEMOKRASİYİ SEVMİYOR: KENT KONSEYLERİ ÇALIŞTIRILMIYOR

TÜBİTAK tarafından desteklenen ve Selçuk Üniversitesi, İİBF Öğretim üyeleri Prof. Dr. M. Akif ÇUKURÇAYIR, Yrd. Doç. Dr. H. Tuğba EROĞLU, Sakarya Üniversitesi, İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. H. İbrahim AYDINLI ve Atatürk Ünversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif ÇOLAKOĞLU tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada belediye başkanlarının yerel düzeyde demokrasiden hoşlanmadıklarını ortaya koydu. Yaklaşık birbuçuk yıl süren araştırma, 2005 tarihli Belediye Yasası’nda “yerel demokrasiyi, vatandaş katılımını ve farklı kesimler arasında işbirliğini geliştirmek” amacıyla öngörülen “kent konseyleri” üzerine yapılmıştır.

Bilindiği üzere kent konseyleri, “kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini” uygulamak için belediyelerin kurması gereken bir organdır.

Türkiye’nin hemen her bölgesinden 68 kent konseyi incelenmiştir. 44 il ve 24 ilçe kent konseyinde görev yapan başkan, genel sekreter ve üyelerle görüşülmüştür.

Kent konseylerinin kurulması yasal bir gereklilik iken, bir anlamda belediye başkanlarının isteğine bırakılmıştır. Belediye başkanı isterse kurmakta, istemezse kurmamaktadır. Yaklaşık 3000 belediyeden 100 kadarında kent konseyleri işletilmektedir.

Kent konseylerinin kurulmasında genellikle belediye başkanlarının isteksiz olduğu, kurulanların da işletilmesinde önemli sorunlar olduğu ortaya çıkmıştır. Genel olarak kent konseylerinin işletilmesinde bir tür “askıya alma” durumu olduğu açıktır. Özellikle büyükşehir belediyeleri bu mekanizmalardan pek hoşlanmamaktadır.

Araştırma evreni içerisindeki kent konseyleri kurulduktan sonra, bunların yalnızca %47’sinde bilgilendirme toplantısı yapılmış; %63’ünde ise kuruluş sırasında profesyonel yardım alınmamıştır.

Kent konseyleri ile ilgili en önemli sorun, kent konseylerinin işlevinin ne olduğunun taraflara anlatılmaması; dolayısıyla bütün tarafların kent konseylerini korkulacak bir mekanizma gibi anlamalarıdır.

Belediye başkanları ilk dönemlerde kent konseylerinin ya başkanı olmuşlardır ya da meclis içerisinden başkan seçtirmişlerdir. Bu durum birçok kent konseyinde hala devam etmektedir.

Oysa olması gereken, kent konseyine katılan sivil toplum kuruluşlarından gelen bir temsilcinin başkanlık yapmasıdır.

Kent konseylerine belirli bir bütçe ve mekan tahsisi konusunda yine belediyelerin isteksiz olduğu açıktır. Katılımcıların %77’si kendilerine bir salon tahsis edildiğini belirtmiştir. Ancak bu mekanların kullanılmasında süreklilik ve etkinlik yoktur. Ayrıca, katılımcıların %51’i bütçe tahsis edildiğini belirtmiştir ki, bu da yalnızca toplantı zamanlarına yönelik bir takım giderlerle ilgilidir ağırlıklı olarak…

Proje Sonuçlarına Göre Yapılan Tespitler ve Öneriler Şöyledir:
- Kent konseyleri müzakereci/diyalojik/katılımcı demokrasinin yerel düzeyde harekete geçirilmesi için son derece önemli mekanizmalardır. Kent konseyleri yerel düzeyde “ortak aklı” harekete geçiren, karar alma sürecinde bütün ilgililerin var olduğu “paydaşlık” (stakeholder) modelidir. Kent konseyleri yerel düzeyde farklı grupların, düşüncelerin ve yaklaşımların bir araya gelmesi ve tartışma kültürünün öğrenilmesi ve benimsenmesi için vazgeçilmez birimlerdir.

- Kent konseyleri ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde gittikçe yaygınlaşan ve etkili olan “açık yönetim” (open government) yaklaşımına göre yapılandırılması, güçlendirilmesi ve desteklenmesi gereken yapılardır. Siyaset ve yönetimin ayrılmaz bir parçası haline gelen sosyal medya (web 2.0) uygulamaları, kent konseyleri uygulamasının bir parçası olarak algılanmak durumundadır.

- Kent konseyleri belediye meclislerinin yerine geçecek mekanizmalar değildir. Kent konseyleri belediye meclislerine ve başkanlarına kısmî danışmanlık sağlayan birimlerdir. Kent konseylerinin başkanları belediye başkanı, rektör, vali, kaymakam vb. kamu görevlilerinden olmamalıdır. Yoğun gündemleri olan seçilmiş ve atanmış yöneticiler kent konseyi başkanı seçilmemelidir.

- Özellikle belediye başkanları zaten meclis başkanlığı ve belediye başkanlığı yaptıkları için ayrıca kent konseyi başkanlığı yapmaları uygun değildir. Çünkü belediye başkanının kent konseyi başkanı seçilmesi durumunda kent konseylerinin özgürce karar alabilmeleri güçleşecektir.

- Kent konseyi, kendisine verilen görevleri yapabilmek için belirli bir bütçeye sahip olmak durumundadır. Ancak, bu bütçenin belediye tarafından sağlanması kent konseyinin belediyenin direktifleri doğrultusunda çalışması anlamına gelmez.

- Kent konseyleri belediyenin kurumsal ve politik yapısının bir parçası haline gelmelidir. Elbette belediyeye bağlı ve direktif alan değil, demokratik bir danışmanlık mekanizması ve bir sivil toplum birliği olarak düşünülmelidir.

- Çalışma grupları ve gençlik meclisleri mutlaka konuların muhataplarından oluşturulmalıdır. Örneğin, gençlik meclisinde 50 yaşın üzerinde muhtar ya da herhangi bir müteahhit, işadamı vb. kişi yer almamalıdır. Olabildiğince üniversite gençliği temsil edilmelidir.

- İçişleri Bakanlığı‟nın kent konseylerinin işlevselliğini izleyecek bir birim kurması ya da mevcut bir birimi kent konseylerinden sorumlu hale getirmesi gerekmektedir. Bu kurumsallaşma kent konseylerinin daha güçlü bir biçimde işleyişini sağlayacaktır.

- Kent konseylerini uygulamayan belediyelere çok kısmi de olsa bir yaptırım uygulanmalıdır. Birçok büyükşehir belediyesi dahi kent konseylerini işlevsel hale getirmemektedir. Örneğin, İzmir ve Konya‟da Büyükşehir düzeyinde kent konseyi bulunmamaktadır. Konya‟da 2007 yılında kent konseyinin açılışı yapılmış, 2009 yılında tatil edilmiştir. İzmir‟de de Yerel Gündem 21 çerçevesinde kalmıştır.

- Kent konseyleri uygulaması mutlaka devam ettirilmelidir. Kent konseylerine katılımı özendirecek politikalar izlenmelidir. Katılımın nitelikli olabilmesi için, katılımcılarda belirli düzeyde temsil yeteneği aranmalı ve eğitim süreçleri yoğun olarak gerçekleştirilmelidir.

Sonuç olarak belediye başkanlarının belediye meclisleri üzerinde de etkili oldukları; kent konseyleri gibi demokratik mekanizmalardan da hoşlanmadıkları göz önüne alındığında; genel olarak “tek adam” yönetimi gibi bir tablonun ortaya çıktığını belirtmek olanaklıdır.

Katılımcı demokrasi yerine belediye başkanı ve çevresindeki birkaç kişinin etkili olduğu bir yerel siyaset söz konusudur. Bu yerel siyasetin de yerel demokrasiye ve sonuçta ülke demokrasisine hizmet etmediği rahatlıkla söylenebilir.

8 Ekim 2011 Cumartesi

İstanbul'da Nostalji

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul

İstanbul'da Yeşilçam filmlerinden kalma "arabesk" etkinlikler devam ediyor...

         Foto: magiefuture

İstanbul'u yaşamanın en güzel taraflarından birisi bu işte...

10 Eylül 2011 Cumartesi

Mardin'in Taşı Toprağı Altın! Aklım Mardin'de Kaldı!

Mardin'e 2009 yılında gittim ilk kez ve muhteşem anılarla döndüm. O zamanki vali sayın Hasan Duruer ve Belediye Başkanı Sayın M. Beşir Ayanoğlu'nun çalışmalarının göz kamaştırıcı olduğunu gördük. Mardin'den ve tarihinden çok etkilendim... Valiliğin hazırladığı Mardin tanıtım CD'sinde de dendiği gibi "aklım Mardin'de kaldı!" Kısmetse yeniden Mardin diyeceğim yakınlarda!
Star Gazetesi'ndeki Mardin haberi ise gerçekten Mardin'deki değişimi çok güzel özetliyor...

http://www.stargazete.com/foto/mardinin-tasi-topragi-altin-oldu-2576/3/
Bir zamanlar İstanbul için söylenen 'taşı toprağı altın oldu' sözü, artık Mardin için söyleniyor. Mardin'de turist sayısının artmasıyla butik otellere rağbet artınca, ünlü Mardin evleri altın gibi değerlendi. 7 bin yıllık tarihi kentte başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamında eski ihtişamlı görüntüsüne kavuşan Mardin evlerine değer biçilemiyor.

14 Ağustos 2011 Pazar

Kentten Kesitler: Stuttgart 13.08.2011

Bir kentin, herhangi bir caddesinde bile kentin yüzlerce farklı fotoğrafını, rengini ve özelliğini görebiliyorsunuz. Kentin olanakları, birikimi ve cazibesi bunda belirleyici etken kuşkusuz...

Arkadaştan izin alarak resmini çektim. Bu model için oldukça emek vermişe benziyordu...






Stuttgart 21 diye müthiş bir protesto süreci var. Ana tren istasyonu inşaatı protesto ediliyor ve başarı kazanılmış durumda...
 
Başka bir sokak sanatçısı: Mutlu ve enerjik


Stuttgart'ın gurur kaynağı Mercedes-Benz'in sembolü, Stuttgart tren istasyonunun tepesinde...
Sokak ressamı... Tebeşirle, harika resimler yapıyor, cadde üzerinde... gelen geçen de üç beş kuruş bırakıyor...
sokak vaizi... o kalabalığa dert anlatmaya çalışıyor. arkasındaki gariban da (sanıyorum G. Koreli)  bildiri dağıtıyor...

11 Ağustos 2011 Perşembe

Belediye Somaliye Yardım Yapabilir mi?



Çok tepki çekeceğini biliyorum, yine de yazacağım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetiyle, Kızılayı ile ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile muazzam bir seferberlik başlattı ve Somaliye “yapılması gereken” ne varsa seferber oldu. Türkiye’nin asaletine, hamiyetine ve civanmertliğine yakışan bir davranıştır ve bundan dolayı da çok mutlu olmak gerekir.

Ayrıca sayısız sivil toplum kuruluşunun da Somali ve Sudan gibi ülkelere nasıl yardımlarda bulunduğunu ekranlardan görüyoruz. Sivil toplumun olanakları da neredeyse devlet olanakları kadar güçlü… Sevindirici bir hareketlilik yaşanıyor…

Nihayet, zor durumda olan hiç kimseyi “seyretmeyen” ve hemen imdadına koşan bir uygarlıktan geliyoruz ki, bu da bu toplumun henüz ve her şeye rağmen devam eden nadide güzelliklerinden birisidir. Daha önce de, oralarda insanlık dramıyla ilgili olarak yüreğimizin nasıl “yanması” gerektiği ile ilgili birkaç yazı ve not hazırladım, malumunuz olduğu üzere…

Şimdi, duyuyoruz ki Ankara Büyükşehir Belediyesi de Somali’ye yardım gönderiyor. Bana göre böyle bir etkinlikte bulunamaz bir belediye. Neden? Çünkü, belediye dediğiniz bir firma ya da bir sivil toplum kuruluşu değildir. Belediye bir devlet kuruluşudur.

Devlet, zaten yardım yapıyor. Belediye yardım yaptığı zaman (ki bu yardımlar az-buz yardımlar değildir) devletin kasasını boşaltıyor demektir. O halde bütün belediyeler adeta reklam yapmak isteyen firmalar gibi aynı yolu takip ederse ne yapacağız. Adı geçen belediyenin devlete borcu en son 5 milyar TL’nin üzerinde diye açıklanmıştı. Eski hesapla 5 katrilyon! “5 katrilyon para mıdır” diyorsanız sorun yok…

Hepimiz, tek tek bireyler olarak, sivil toplum kuruluşları olarak ve DEVLET olarak buradaki insanlık dramını ortadan kaldırmak için seferber olacağız. Ama, bir devlet kurumu “devlet içinde devlet gibi” davranmamalı… Denebilir ki, belediyelerin sosyal yardım görevleri var! Var evet! Ama kendi hemşehrilerine ve yurttaşlarına… Başka bir ülkede herhangi bir yapının oluşumuna belki katkı sağlayabilir, kardeş kent ilişkisi kurabilir… O kadar!

“Yerel özerklik, demokratik özerklik” söylemlerini ağızlarından düşürmeyenlere soruyorum: Bundan daha iyi özerklik mi olur! Türkiye’de yerel yönetimlerin özerkliği sınırsız zaten… Hadi kolay gelsin…

Yanlış mı düşünüyorum, ey ahali?

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir Masal Anlatsam



OĞUZ AKÇAKOCA

(Yeni Meram Gazetesi, 04.05.2010)

(Bu yazı aynı zamanda YURTTAŞSIZ DEMOKRASİ isimli kitapta yer almaktadır)

Gelin bugün size bir hikâye anlatayım.

Doğusunda bir üniversitenin meslek yüksek okulu, güneyinde İstanbul ve Ankara çevre yolu, batısı ve kuzeyinde uçsuz bucaksız arazilerin olduğu bir alan(!) düşünün.

İlçe belediyesi, 03 Haziran 1996 yılında ve 742 sayılı kararıyla…

778 bin 328 metrekare büyüklüğündeki Milli Emlak arazisini, sanayi bölgesi ilan etmek üzere almaya karar verdi.

(Öncesinde bazı mera alanları da bu bölgeye dahil edildi. Oraya hiç girmiyorum.)

Resmi yazışmalar başladı.

Kaymakamlık, mal müdürlüğü, hazine filan...

Mal Müdürlüğü, 06 Ağustos 1996 günü arazinin ilçe belediyesine satılmasını uygun gördü.

Maliye Bakanlığı Milli Emlak Müdürlüğü, 20 Ağustos 1996 tarih ve 26018 nolu kararı ile satışa onay verdi.

***

Bundan bir hafta kadar sonra ilçe belediye encümeni, 26 Ağustos 1996 tarih ve 306 sayılı kararla, söz konusu arsaların alınabilmesi için 7 bin TL’nin Konya’nın en büyük holdinglerinden birinden geri ödenmek üzere alınması istendi.

Holding, 03 Eylül 1996 tarihinde 7 bin TL’yi belediyenin bir kamu bankasındaki hesabına yatırdı.

Belediye, bu paranın 6 bin 769 lirasını aynı gün Mal Müdürlüğü’nün hesabına aktardı.

04 Eylül 1996 günü Milli Emlak arazisi, ilçe belediyesinin tüzel kişiliğinin üzerine tapuda tescillendi.

***

Aynı belediyenin meclisi, 09 Eylül 1996 günü bir karar aldı.

Karara göre, daha 5 gün önce Mal Müdürlüğü’nden alınan arazinin satılması için Encümen’e yetki verildi.

Yetkiden 15 gün sonra; yani 24 Eylül 1996 günü ihaleye çıkıldı.

“A”, “B” ve “C” şirketleri katıldı.

İhale, 8 bin 156 TL’ye “A”da kaldı.

***

Ticaret Odası’na 4 yıl sonra soruldu:

Odanıza kayıtlı bu 3 şirkete ilişkin bilgi verin…

21 Mart 2000 tarihinde cevap verildi…

Cevaba göre, “A”, “B” ve “C” şirketlerinin yöneticileri aynıydı.

Üstelik üç şirketin kurucuları da...

Buraya kadar tamam!

Bunları az çok tahmin edebilirsiniz…

Ama şimdikini tahmin etmeniz imkansız:

Ticaret Odası’nın cevabına göre, söz konusu şirketlerin büyük ortağı bir holdingdi.

O holding, tesadüfe bakın ki belediyeye 7 bin TL veren holdingdi.

***

Mülkiye müfettişi hemen harekete geçti.

Hazırladığı raporu Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdi.

İddianame hazırlandı.

Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti.

Belediye başkanı, Hesap İşleri Müdürü, 3 Encümen Üyesi, Yazı İşleri Müdürünün yargılanmasına başlandı.

Suç: İhaleye fesat karıştırmak…

***

Kimse, “Bunlar suçlu da ya ihaleyi kazananlar?” demedi.

Üstelik ihaleyi kazanan şirketin ve ihaleye katılan diğer iki şirketin yöneticisi tanık yapıldı.

Bir başka tanık daha vardı…

Holdingin Yönetim Kurulu Başkanı.

“Canım Türkiye’min, haline bakar mısınız?” diye soramıyorum; “Hikâyeye bakar mısınız” diyebiliyorum ancak…

***

Hâkim karşısına çıkıldı.

Belediye başkanı, ihaleyi kazanan “A” şirketi ile holding arasında bağlantı olduğunu söyledi.

Bir sonraki duruşmaya gün verildi.

Sanık avukatları, sanıktan önce holdingi kurtarmak istediğinden olsa gerek; belediye başkanının sözlerinin ya yanlış anlaşıldığı, ya da daktilo hatasından o şekilde bir ifadenin yazılı hale getirildiği itirazında bulundu.

Hakim sordu, başkan kafa salladı:

Tam olarak böyle bi’şey demedim!

***

Holding Başkanı konuştu:

“A” şirketi ihaleyi kazandığında holdinge bağlı değildi, daha sonradan hisselerini aldık.

Birileri çıkıp da, “Tabii tabii… Böyle olur bu işler demedi?”

Kimse, sanıkların, “Yatırım için holdinge giderek davet etmiştik” sözlerini umursamadı.

İçişleri Bakanlığı kontrolörü; 27 Eylül 1996 gün ve 638 nolu teslimatla 210 TL, 08 Ekim 1996 gün ve 661 nolu teslimatla da 945 TL olmak üzere toplam bin 156 TL’nin “A” şirketi tarafından belediye hesabına yatırıldığını, bunun dışında bir ödemenin yapılmadığını belirtiyor.

Kısacası; 7 bin TL’nin holdingin belediyeye yaptığı şartlı bağıştan karşılandığına, şirketler arasında ilişkinin olduğuna işaret ediyor.

Bu tespitlere ilişkin de kimse bir tek soru yöneltmiyor.

***

Beraat ettiler…

Cumhuriyet Savcısı, dayanamadı itiraz etti.

Yargıtay, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Yerel mahkeme kararında ısrar etti.

Tüm bunlar yaşanırken, orada bir arazinin olduğu da tüm yaşananlar da unutuldu.

Varsa bir yapılan; yapanın yanına kar kaldı.

Daha geçtiğimiz ay (14 yıl sonra), Valilik iddiaları araştırması için muhakkik atanmasına karar verdi.

***

Diğerlerini sorarsanız…

Hâkim emekliye ayrıldı;

Savcının tayini çıktı, emekliliğine gün sayıyor;

Belediye başkanı boş vakitlerinin tadını çıkarıyor;

Memurların keyfi yerinde, çalışıyor;

Şirketlerine gelince Allah, “Yürü ya şirket” dedi;

Yönetim Kurulu Başkanının keyfi yerinde, kıssadan hisseler ve hikâyeler anlatıyor;

Diğer şirket yöneticileri de eh işte milyoner kadar oldular…

***

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.

Millet hamutuyla götürür, biz milletin hakkını savunacağız diye binlerce lira tazminat öder, mahkemelerde sürünürüz.

Hikâyeler yazar, kendimizi avuturuz…

17 Temmuz 2011 Pazar

Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp'in Bir Yazısı

18 Ocak Salı günü 'ağır' bir misafirim vardı:

Dünya Mimarlar Birliği (UIA Union Internationale Des Architectes) Eski Başkanı, Mimarlık ve Şehircilikte teori ve uygulamada kalıcı etki yapmış 40 ülkeden 75 'Büyük Usta'yı ve 75 Profesör'ü bünyesinde toplayanUluslararası Mimarlık Akademisi (IAA International Academy of Architecture) Kurucu Başkanı, Amerika, Rusya, Kanada, Ispanya, Meksika, Fransa, Rusya, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti Mimarlık Akademileri ve Odaları Şeref Üyesi 82 yaşında Bulgar asıllı Prof. Dr. Mimar Georgi Stoilov… Birçok ülkeden madalya ve nişanları bulunan, Sofya Belediye Başkanlığı, Bulgaristan Mimarlık ve Şehircilik Bakanlığı ve komünizm zamanı dahil kesintisiz 33 yıl Bulgaristan Milli Meclisinde milletvekilliği yapmış bir canlı anıt, bir ayaklı tarih.

Başkan Stoilov UIA Dünya Mimarlar Birliği'nin Beyrut'ta gerçekleşecek bölge toplantısına katılmaya giderken uçağı Istanbul da bir günlük aktarma yapınca O'na Istanbul'u gezdirmek şerefi bana nasip oldu.

Kendilerini AHL den öğle vakti aldıktan sonra E-5 (D-100) üzerindeki kitlenmiş trafiği ve bazı aykırı yapıları görmemesi için TEM 'i tercih ettim. Sıkışık gökdelenleriyle Maslak, sonra Istinye Park AVM de bir tur attırdıktan sonra geriye Levent'e gelip bence heyecanlı bir yorum ancak iklimsel sorunu halen çözülememiş Kanyon AVM ye götürdüm. Bu bölgedeki diğer yeni gökdelenlerimizi gösterdim: Avrupa'nın en yüksek yapılarından bir tanesi, üst katlarda bahçeleri bulunan, ancak kanımca soluk cepheli Safir Binası'nı işaret ettim. Köprüden Anadolu yakasına geçtik. Hoca'nın Çamlıca eteklerindeki illegal ve ucube yapılaşmayı görmemesi için dikkatini diğer yöndeki Topkapı Sarayı ve Kız Kulesi ne çekmeye gayret ettim. Tüpgeçiş'ten konuştuk. 1999 yılı seçimlerinde bendeniz MHP Istanbul Büyükşehir Başkan adayı iken Prof. Stoilov yine Istanbul'u ziyaret ediyordu. Seçim kampanyası sırasında 'oto-ray' Tüpgeçiş'i gündeme taşıma çabalarıma şahit olmuştu. Gecikmiş de olsa Tüpgeçiş'in yapılıyor olmasından duyduğu memnuniyetini ifade etti. 'Gayretinizle gündeme getirildi, ancak raylı sisteme indirgenmiş' dedi. Bende 'Hükümet'in daha güneyde bu kez lastik tekerlekliler için 2. bir tüpgeçiş'i ihale ettiğini bildirdim. 'Maliyet katlanacak, ancak olsun, onunda yapılması zaruri, ancak 'tarihi yarımada'ya zarar vermeyin' dedi.

Köprüden çıktıktan sonra Hoca'yı en az gecekondu gören ancak Istanbul'un en güzel manzarasını veren Nakkaştepe'ye götürdüm. Oradan iki asma köprümüz aynı anda görülebiliyordu, Avrupa Istanbul'unun tüm görkemi yakalanıyordu. Camiler, kıyıda Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları ve ne yazık ki onların bahçelerine konuşlanmış Gökkafes ve Swissotel, ve yine Levent gökdelenleri algılanıyordu.

'Istanbul da hergün en az 600 araç yeni plaka alıyor ve yola çıkıyor' dedim. Hoca irkildi ve'Korkunç' dedi.

Prof. Stoilov heyecanını daha fazla gizlemedi. Nüfus'a göre Istanbul 2 tane Bulgaristan ediyor, bazı hatalar yapılmış ama Istanbul hala muhteşem bir kent dedi.

Bende dilimi tutamayıp 'Evet ama Profesör, bizim bu 14.000.000 luk Istanbul'un %75 i kaçak bina, bunları buradan pek göremiyoruz, zaten bu illegal yapıların, gecekonduların çoğu mimarlık-mühendislik hizmeti almamış, depreme dayanıklı yapılmamış, Istanbul'dan gitmek için büyük depremi bekliyorlar' deyiverince, Hocaların Hocası yıkıldı, 'abandone' oldu. Öğle yemeğini iştahsız yedi. Ayrılırken kaygılıydı.

Son sözü 'Iki Istanbul varmış' oldu…

Prof.Dr.A. V. Alphttp://www.haberkritik.net

6 Ocak 2011 Perşembe

AHMET HİLMİ NALÇACI'NIN HİKÂYESİ



Konya Belediye Başkanı Ahmet Hilmi Nalçacı, 5 Şubat 1925 günü Konya’nın Meram’ın Sephavan Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir.


Ahmet Hilmi Nalçacı’nın babasının ismi Ali Rıza Efendi, annesinin ismi ise Havva hanımdır. Ali Rıza Nalçacı ilkokul öğretmenidir. Akören köyünde öğretmenliğe başlamış, uzun yıllar da Hakimiyet-i Milliye ilkokulunda öğretmenlik yapmış ve buradan emekli olmuştur. Ali Rıza Nalçacı, 1895 yılında Konya’da dünyaya gelmiş medrese tahsilinden sonra öğretmenliğe geçmiştir.

30 Mart 1973 günüde vefat etmiştir. Havva Hanım ise ev kadınıdır. 1902 yılında Konya’da doğmuş 1981 yılında da vefat etmiştir. Kabirleri Hacıfettah Mezarlığı’ndadır. Ahmet Hilmi Nalçacı’nın kendisinden küçük Mukadder ve Mehmet isminde iki erkek kardeşi vardır. Halen her ikisi de İstanbul’da yaşamaktadırlar. Ahmet Hilmi Nalçacı, Özden Hanımefendi ile evlenmiş ve Semiha, Sema, Selma isminde üç kızları dünyaya gelmiştir.

AHMET HİLMİ NALÇACI’NIN EĞİTİM HAYATI

Ahmet Hilmi Nalçacı babası Ali Rıza Nalçacı’nın öğretmenlik yaptığı Hakimiyet-i Milliye İlkokulu’nu bitirmiş, orta okulu Karma Ortaokulu’nda okumuştur. Tarihi Konya Lisesi’nden de pekiyi derece ile mezun olmuştur.

Konya Lisesi, Anadolu’da açılan ilk liselerin başında gelmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, Konya Lisesi’ni ziyaret etmiş tarihi bir konuşma yapmıştır. O tarihlerde lisede öğrenci olan eski Başbakanlardan Prof. Dr. Sadi Irmak da teşekkür konuşması yapmıştır. İşte böylesine tarihi bir liseden mezun olan Ahmet Hilmi Nalçacı, daha sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmiş, buradan da pekiyi derece ile mezun olmuştur.
AHMET HİLMİ NALÇACI’NIN MEMURİYETİ
Ahmet Hilmi Nalçacı, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi eski ismiyle mülkiyeyi bitirdikten sonra Konya Valiliğinde maiyet memuru olarak göreve başlamıştır. Konya’nın Cihanbeyli ve Çumra ilçelerinde kaymakam vekilliğinde bulunan Ahmet Hilmi Nalçacı sırasıyla şu ilçelerde kaymakamlık yapmıştır: Seydişehir, Boyabat, Ayancık, Ladik ve Ilgın. Ahmet Hilmi Nalçacı Ilgın Kaymakamlığı görevinde bulunduğu zaman Konya Belediye Başkanlığını da, Avrupa’da tahsil yapmış dönemin aydın kişileri arasında yer alan Nafiz Tahralı bulunuyordu…

Konya Belediyesine iyi bir kadro kurmak arzusu ile Mehmet Ortaer’i ikdisat müdürlüğüne, Hilmi Altınbaş’ı hesap işleri müdürlüğüne, Kubilay İmer’i de mal müdürlüğüne getirmiştir. Çok iyi bir başkan yardımcısı aradığı sırada öğretmen Ali Rıza Nalçacı’nın oğlu Ahmet Hilmi Nalçacı’nın Ilgın Kaymakamlığı yaptığını bildiği için de bu göreve onu getirmek istemiş ve kendisine belediye başkan yardımcılığı teklifini yapmıştır.

Ahmet Hilmi Nalçacı “memlekete hizmet kaymakamlıkla da belediye başkan yardımcılığı ile de olur, hizmet hizmettir” diyerek Konya Belediye Başkanı Nafiz Tahralı’nın bu teklifine olumlu cevap vermiş, 1957 yılında Belediye Başkan yardımcılığı görevini kabul ederek Konya’da belediyeye ilk adımını atmıştır. Ahmet Hilmi Nalçacı 1957 yılında başladığı başkan yardımcılığı görevini 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar sürdürmüştür.

Bu tarihte Konya Belediyesinde bir tasfiyecilik hareketi başlamış, Ahmet Hilmi Nalçacı, Devlet Su İşleri 4. Bölge Müdürlüğü İdari Amirliğine atanmıştır. Devlet Su İşleri’ndeki görevinin yanı sıra Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde Fransızca derslerine de girmiş bu enstitüde uzun bir dönem öğretmenlik yapmıştır.

AHMET HİLMİ NALÇACI’NIN MÜZİKLE OLAN İLGİSİ
Ahmet Hilmi Nalçacı, babasının teşviki ile Türk Tasavvuf müziğine çok büyük ilgi duymuş, küçük yaşlarda Mevlevi terbiyesi almış, Mevlevi adap ve erkanına göre yetişmiş bir kişidir. Ahmet Hilmi Nalçacı her Konyalı gibi Mevlana sevgisi ile büyümüş, Mevlana’nın aşk potasında yanmıştır. Mevlana’nın yazmış olduğu Mesnevi’nin “Dinle Neyden” diye başlamasından dolayı mı yoksa ney’in cazibesine kapıldığı için mi bilinmez ama Ahmet Hilmi Nalçacı çok küçük yaşlarda Neyzenlerden ney üfleme dersleri almış, çok iyi bir neyzen olmuştur.
Perşembe akşamları Eşref Yazgan, Sezai Arısoy, Orhan Kurşun gibi o tarihte Konya’nın tasavvuf musikisinde üstatlar bir araya gelir, müzik yaparlardı. Recai Kıcıkoğlu’nun babasının Meram Dibekbaşı’ndaki evlerinde de yaz akşamları meşk ederek birçok gençlerin de yetişmesini sağlamışlardır.

AHMET HİLMİ NALÇACI BELEDİYE BAŞKANI OLUYOR
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonraki dönemde siyasi partiler kurulmuş ve seçime gidilmiştir. Ragıp Gümüşpala’nın kurduğu Adalet Partisi yurdun her yerinde çok geniş kitlelerin sevgisini kazanmış “Dapa-tera” Adalet Partisi yazıları yazılmaya başlanılmıştır. Adalet Partisi Konya İl Teşkilatı belediye seçimlerini kazanmak için memleketin sevdiği, saydığı, vatanperver bir aday üzerinde durmuş ve en kuvvetli aday olarak da Ahmet Hilmi Nalçacı’yı uygun görmüşlerdir.

Belediyeciliği bilen birisi olan Ahmet Hilmi Nalçacı da bu teklifi kabul etmiş, Adalet Partisi’nden Belediye Başkanlığı için aday olmuştur. Yapılan seçimlerde rakiplerini geride bırakan Ahmet Hilmi Nalçacı seçimi kazanmış ve Konya Belediye Başkanlık koltuğuna 17 Kasım 1963 günü yapılan seçimler sonucunda oturmuştur. Ahmet Hilmi Nalçacı 35 yaşında Konya Belediye Başkan yardımcılığı koltuğunu terk etmiş, fakat bu kez 38 yaşında Belediye Başkanı olarak Konya’ya hizmet etme aşkıyla tekrar Belediye’ye dönmüştür. Mazbatasını 23 Kasım 1963 günü almış ve belediye başkanlığına başlamıştır.
Aynı gün uzun yıllar birlikte çalışacağı Mehmet Mert’i de göreve getirmiştir. İyi bir ekip kuran Ahmet Hilmi Nalçacı tabir yerindeyse “Konya’yı baştan yaratmaya” başlamıştır.

AHMET HİLMİ NALÇACI TÜRKİYE’DE BİR İLKİ GERÇEKLEŞTİRİYOR

Ahmet Hilmi Nalçacı belediyede çalışacak ekibi iyi bir şekilde kurarken belediye meclisinde de belediyeciliği ve şehir imarını çok iyi bilen; başta Yüksek Mühendis Faik Sevilir’i imar komisyonu başkanlığına gelmesi için büyük gayret harcamıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan da gerekli desteği almış, şehrin 1/50.00 ölçekli haritalarının çizilmesi için hava fotoğraflarının çekimini sağlamıştır.

Belediye İmar Komisyonu Başkanı Y. Müh. Faik Sevilir, Belediye Başkanı Ahmet Hilmi Nalçacı’ya “imar planı elde etmenin zor olmadığını, ama bunu uygulamanın çok zor olduğunu, en az dört yıl eski şehre bir çivi bile çakılamayacağını, bütün gücün yeni şehre ayrılması gerektiğini” anlatmıştır. Faik Sevilir “en az dört yıl eski şehre hiçbir yatırım yapmamayı göze alıyor musun” şeklinde bir soru sormuş ve Nalçacı da “evet” cevabını vermiştir. Faik Sevilir “Bu iş senin siyasi hayatının sonu olur” diye uyarmış ve sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Yapacağımız iş çocuklarımıza, yarınlara modern bir şehir bırakma gayretidir.

Nankör bir iştir.” Ahmet Hilmi Nalçacı Faik Sevilir’i dinlemiş ve “Modern bir şehir yaratma amacında olduğunu” ifade etmiştir. Nalçacı, Türkiye’de bir ilklere imza atarak modern bir Konya yaratmak için karşısında duran engelleri de aşmasını bilmiştir.

İMAR PLANI YARIŞMAYA ÇIKIYOR

Ahmet Hilmi Nalçacı, Faik Sevilir ile belediyede görevli ilgilileri alıp Ankara’ya gitmiştir. Faik Sevilir, “Ankara’da paraya ihtiyacımız olabilir” diyerek belediyenin çek defterini de yanına almasını önermiş. İller Bankası Genel Müdürü Selahattin Babüroğlu’na imar planıyla ilgili durumu anlatmışlar, o da durun bakalım sizden önce diğer vilayetler var cevabını vermiş. Peşin ödeme yapacaklarını ve ücreti öğrenmek istediğini bildirilmesi üzerine genel müdür hiç beklemediği bir olayla karşılaşmış ve ilgilileri makamına çağırarak bu işin kaç liraya çıkacağının hesabını hemen yapıp getirmelerini emretmiş… Biraz sonra ilgili memur içeriye girmiş ve ilan ücreti olarak sekizyüz bin liraya çıkacağını söylemiştir. Ahmet Hilmi Nalçacı çek defterini çıkarmış ve eli titreyerek sekizyüzbin lirayı yazmıştır.

Bu olay İller Bankası’ndaki personeli şaşırtmış, bomba tesiri yapmıştır. O gün Konya Belediyesi’nin kasasında ise 150 lira varmış, heyet Ankara’dan Konya’ya dönünce bu parayı tamamlamış ve imar planı ilanı gerçekleşmiştir. Konya İmar Planı Projesine 33 kişi katılmış, bunun içinden hangi projeyi uygulama konusunda çok büyük hassasiyet gösterilmiş. Yapılan uzun inceleme sonunda Y. Müh. Mimarlar Bülent Berksan ile Yavuz Taşcı’nın projesi birinci gelmiş ve Konya imarı, bu kişilere teslim edilmiştir.

Yeni imar planını Halktan önce belediye meclis üyeleri öğrendikleri için aralarında bir karar almışlardır. Konya’nın yetiştirdiği Duayen siyasetçi Haydar Koyuncu şunları anlatmıştı: “Belediye meclisinde yeri imar planını tartıştık, yeni açılacak caddenin civarından ne kendimiz ne de yakınlarımız herhangi bir arsa almamak için yemin ettik, hiçbir üye bu caddenin civarından arsa almadık”.

AHMET HİLMİ NALÇACI’NIN 2. DÖNEM ADAYLIĞI

Ahmet Hilmi Nalçacı Belediye Başkanlığı dönemini tamamlamış ve “ben bir dönem için söz vermiştim 2. dönemde alay olmayacağım” diyerek Belediye Başkanlığı için aday olmamıştır.

Fakat Haydar Koyuncu devreye girmiş, Mehmet Mert’i bu kez başkan Nalçacı’nın evine göndermiş, kendisi de taksinin içinde beklemiştir. Mehmet Mert, Ahmet Hilmi Nalçacı ile görüşmüş, mutlaka Nalçacı’nın aday olmasının arzu edildiğini söyleyerek kendisini ikna etmiş, ertesi gün de Ahmet Hilmi Nalçacı AP’den Belediye Başkan adayı olarak gösterilmiştir. 2 Haziran 1968 günü yapılan Belediye Başkanlığı seçimine şu adaylar katılmıştır: AP: Ahmet Hilmi Nalçacı CHP: Nazif Yardımcı Güven Partisi: Özgen Küçükkoner Millet Partisi: Nihat Demirap Ahmet Hilmi Nalçacı rakiplerini geride bırakarak 2. kez belediye başkanlık koltuğuna oturmuştur.

Vefatına kadar da bu görevde kalmıştır. Ahmet Hilmi Nalçacı 1964 yılında Türk Belediyeciler Derneği Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiş ve genel sekreter olmuştur. 1966 yılında Avrupa Konseyi Mahalli İdareler Konferansı Daimi Komite üyeliğine, seçilmiştir. 1968 yılında Türkiye Belediyeler Birliği Genel Sekreteri ve sorumlu müdürü olarak 15 günlüğüne İran’da incelemelerde bulunmuştur.

NALÇACI’YI DÜNYADAN KOPARAN KAZA

Ahmet Hilmi Nalçacı genç yaşta, en verimli çağında aramızdan ayrılarak ebedi aleme göçmüştür. 44 yaşında ebediyete uğurladığımız Ahmet Hilmi Nalçacı, Fransa’nın Başkenti Paris’te yapılan Avrupa Mahalli İdareler Konferansı Başkan yardımcılığı sıfatı ile bir toplantıya başkanlık yaptıktan sonra Konya’ya dönerken bir trafik kazası geçirmiştir. 14 Aralık 1969 günü Paris’ten havalanan bir uçakla Ankara’ya gelmiş, orada bekleyen makam arabasına binmiş ve doğduğu, büyüdüğü, hizmet etmekten de büyük onur duyduğu Konya’ya hareket etmiştir.

Paris’te mahalli idareler toplantısında yaptığı çalışmalar sonucunda zihni ve bedeni yorgun düşmüş. Paris-Ankara uçağında da uyumadığından olsa makam aracına biner binmez arka koltuğa uzanmış ve kendisini dinlendirmek istemiştir. Makam aracı Ankara-Gölbaşı’na geldiğinde bir trafik kazası geçirmiş, arka koltukta uyuyan Ahmet Hilmi Nalçacı kapı koluna başını çarpmış ve çok ağır bir şekilde yaralanmıştır. Kaldırıldığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde 14 Aralık 1969 Pazar gecesi hakkın rahmetine kavuşmuştur. “Acı haber çok çabuk ulaşır” derler… Bu acı haber de Konya’ya hemen ulaşmış, başta belediyede çalışanlara “şok” etkisi yapmış, Konya şehri yasa boğulmuş, belediyedeki mesai arkadaşları, Belediye meclis üyeleri çok acele bir şekilde Ankara’ya gitmişler, fakat “iyi haber” yerine “çok kötü haber” ile karşılaşmışlar…

Ankara’ya giden çalışma arkadaşları ve belediye meclis üyeleri Ahmet Hilmi Nalçacı’nın naşını Konya’ya getirmişler, Sultan Selim Camiinde kılınan öğle namazından sonra Hacıfettah’taki aile mezarlığına defnedilmiştir. Ahmet Hilmi Nalçacı’nın cenaze namazında büyük bir kalabalık oluşmuştu… Konyalı hemşerileri, Konya milletvekilleri, Konya’da bulunan Mevlana sema heyeti hazır bulunmuş, gelemeyenler de taziye mesajları göndermişlerdi.



Mehmet İhsan KONEVİ

http://www.konyakent.net/konyamevlana/haberler/ahmet-hilmi-nalcaci-anildi.html